Malum saç yetmezliği çeken yetkili abimiz ve onunla papaz olan abinin düellosu son hızla devam ediyor. Yetkili abi yalnız kalmış, kanal kanal geziyor, kendisiyle ilgili her şeyi özetle “O iş benlik değil” ya da “Bu yargının sorumluluğu” minvalinde ilerliyor… Demirel’den daha iyi bir performans gösterdiği son gösteride, bir de kendisine soru soran gazetecilere “Sizin hakkınızda da bir şeyler deniyor” gibisinden ilginç teknikler kullanarak, lafı dolaştırdıkça dolaştırdı, en son bir ara printer sesinden girdi, çocuk pornosundan çıkar gibi yaparken aniden nereden geldiğini bilmediğim ama çok hoşuma giden “Kedi ayini yapıyorlar” lafına geldi. Onca yıllık yoğurtçuyum, böyle lezzet görmedim gerçekten… Kedi ayini nedir, nasıl yapılır, tam bilemiyorum. Belki 90’lardaki satanist gençlerden bahsediyordur. Tam bilemiyorum.

≈≈≈

Gösterinin çıkışında da kendisine destek için gelen taraftarlarını selamlaması da kalpleri ısıttı gerçekten. Çünkü sokağa çıkma yasağı varken bakan selamı almak her vatandaşa nasip olmuyor. Genelde daha değişik uygulamalar olabiliyor. Neyse ne. Zengin fakir, ayrıcalıklı ayrıcalıksız, haklı haksız belli olsun. Koskoca bakanın selamladığı kalabalıkla, sen ben bir miyiz? Değiliz tabii. Bi benzer yanım saç kesimim. Bununla da gurur duyarım. Parlak geleceğimize parlak insanlar yakışır…

≈≈≈

Bakanım kendisinden önceki partilileri de güzelce ilaçladı. Ondan şikâyet etti, bundan şikâyet etti, sanki ülkeyi UFO’lar tarafından yönetilen 7 aile yönetiyormuş gibi her şeyden sorunsuz ve sorumsuz bir şekilde sıyrılmayı başardı. Açıkçası gayet başarılı… Ülkenin gençliğinin içine batırıldığı batak, ülke hakkındaki inanılmaz iddialar, dünyada görüp görebileceğiniz en büyük paraların döndüğü bir yeraltı sektörü, devlet insanlarının evlatlarının, gemilerinin, marinaların, zenginlerin, babaların, oğulların korkunç ilişki yumağı iddiaları cevapsız kaldı. Belki bir süre daha ölü taklidi yapılırsa gündem değişir…

Gündeme gün dayanmıyor artık. Ülkece geleceğimizi değil, gelemeyeceğimizi konuşuyoruz. Endişeliyiz, bilinmezlik içindeyiz. Defalarca kullanılmış, hayatlarımızı boşuna yaşamış gibi hissediyoruz. Kim en çok yalan söylüyorsa, ona o kadar inanılıyor neredeyse. Gözlerimizi kapamamız, kulaklarımızı da tıkamamız istenecek neredeyse en sonunda. Hoş, buna benzer şeyleri yaşadığımız sansürlerle, haber yasaklarıyla, habere gelen yasağın yasak haberine gelen yasaklarla inceden inceye başardılar zaten. Bir de “Yok hükmündedir” lafı oldu mu nefis… Zaten bakanımın kendisini aklama mekanizması basit. Bir sorun mu var? Bakanım ilk aşamada “Eğer bir kişi bunu ispat etsin / bir kişi bile bunu kanıtlasa…” ve benzeri bir giriş yapıyor. Sonra da “Bana şunu deyin, bunu deyin, kendimi camdan atayım” gibisinden bir eylem önermesinde bulunuyor. Geçtiğimiz akşamki yayında da bu tekniği en az 4-5 kez başarıyla kullandı. Bu arada ben de sanattan sepetten, güzelliklerden, müzikten, aşktan, şiirden, böcekten, kuştan, gölgede serin esen rüzgârdan bahsetmek istiyorum ama maalesef gündem bu. Mal bu, nefes almak için önce camı açmamız lazım…

Neyse lafı çok uzattım. Gelin önceki akşamki yayının sorulması gereken ilk sorusunu sorup, yazıyı sonlandıralım.

≈≈≈

Sevgili bakanım, yıllar önce meydanlarda esip gürlüyor, “Şunların bunların hesabını sormazsam şöyleyim, böyleyim” diyordunuz. Yıllar geçti, siz bahsettiğiniz şeylerin hesabını sormadınız. Sormamakla kalmayıp, onca laf ettiğiniz sistemin ve kişilerin yanında yerinizi aldınız… Şimdi zaman içinde kendi dedikleri konusunda böylesi tutarlı bir tavır gösteren bir insanın, şu anda söyleyeceklerine ne derece inanabilir, bu insana ne kadar güvenebiliriz. O zamanki kendiniz şimdiki sizi görse ne düşünürdü? Bu fikriniz eşliğinde verdiğiniz diğer cevapları dinleyeceğimize güveniniz tam olsun.

İyi günler dilerim.