Emin değilim ama “Ulusa sesleniş”lerin ana vatanının ABD olduğunu sanıyorum. Radyodan ulusa seslenen liderler de vardı, ama “Ulusa sesleniş” bir siyasal iletişim formu olarak önemini televizyonla kazandı.

Olağanüstü bir durum olmadığında uzun aralıklarla başvurulan, ses ve görüntünün birlikteliğiyle gücü pekişmiş bu siyasal iletişim formuna liderler gittikçe daha fazla önem atfetti. Günlerce hazırlandılar; danışmanlarından, iletişim uzmanlarından taktikler aldılar. Ne giyip ne renk kravat takacaklarından nasıl bir fonda konuşacaklarına, ellerini nereye koyup, nereye bakacaklarına kadar her konuda kılı kırk yardılar.

“Ulusa sesleniş”in bizdeki öncüsü Özal’dır. “İcraatın İçinden” adıyla ilk programı TRT’de, “TRT yasasında konulan bir madde ile hükümetlere her ay bir program dahilinde kendi icraatlarını halka tanıtma imkanı verilmesi” sayesinde yapmış, özel kanallar açılınca, aynı anda bütün kanallardan; elinde kalemi ve “tonton” ifadesiyle, gözlerini ulusun gözlerinin içine dikerek, “devlet ile millet bütünleşsin” diye (!) konuşmuştur.

Şu korona günlerinde dünya liderlerinin hepsi “Ulusa sesleniş” programları yaptı.

Bazılarını dikkatle izleyip inceledim. Almanlara seslenen ve tüm resmi açıklamaların birçok dilde yapılacağını belirten Merkel’inki; ayakta, doğrudan gözlerin içine bakarak yapılmış, bilimsellik vurgulu, ulusun tek bir bireyini bile ötekileştirmeyen ve asıl mesajı “her birinize ihtiyacımız var”, “herkes önemli”, “yalnızca birlikte üstesinden gelebiliriz” olan bir ulusa seslenişti.

Kanada Başbakanı Trudeau da ayakta, İngilizce ve Fransızcayı birlikte kullanarak “Kanadalılar” vurgulu bir konuşma yaptı. O da “ulusa seslenişini” ulusun kendisini dinleyen her bir bireyinin gözünün içinde bakarak ve hiçbirini ayırmadan yaptı.

Yüzünde depresif bir ifade olan Putin, “Dostlarım, Ruslar” diye başladı ve oturduğu masanın arkasından gözünü kendisini dinleyen “Ruslar”ın gözünden ayırmadan konuştu.

ABD Başkanı Trump ve Avustralya Başbakanı Morrison da oturarak konuşmayı yeğleyenlerdendi. Morrison masadan öne doğru eğilerek adeta hitap ettiklerine daha da yaklaşmak istiyor, her iki lider de doğrudan kameraya, seslendikleri ulusun gözünün içine bakıyorlardı.

“İlk İcraatın İçinden programının çekiminde Özal’a 10 saat boyunca 75 cm mesafedeydim” diye mail atan Murat Taner’in; “Sayın cumhurbaşkanı neden ulusa hitabet konuşmalarında kürsüden aşağıdaki meclis grubuna konuşma taklidi yaptığı sağ-sol prompterlardan okuma rolü yapıyor? Bunun saçmalık olduğu, her haber spikerinin yıllardır yaptığı gibi prompterın yanına konacak kamera ile izleyicinin gözünün içine bakıyormuşçasına konuşabileceği neden etrafındaki hiç kimse tarafından kendisine söylenmiyor/söylenemiyor?” soruları olmasaydı, dikkat etmeyecektim.

Gerçekten Erdoğan’ın ulusa seslenişi bütün diğer liderlerden farklı. Hem teknik, hem de içerik olarak!

İletişimin abc’sini bilenler bilir; konuşurken karşıdakinin gözlerinin içine bakmaktan daha ikna edici bir şey yoktur. Göz teması kurduğunuzda sizi dinleyene güven verir, görüşlerinizi onaylama olasılığını artırırsınız.

Erdoğan ulusa seslenirken ulusun gözünün içine bakmıyor, bir. Ulusun yarısı denilecek bir kesimi, muhalefeti ötekileştiriyor, iki.

Kimseyi ayırmadan tüm ulusu tehdit eden bir virüs karşısında, başarının şartı ulusun her bir bireyini ikna edip topyekun seferber edebilmekken, siyasal iletişimin en etkili aracının hem teknik hem de içerik açısından buna hiç hizmet etmeyecek şekilde kullanılması uzun uzadıya tartışmayı hak ediyor! Şimdilik “ilginç” demekle yetineyim!