Türk sağının, Türkiye'nin 19. yüzyıl Osmanlı’sından miras etnik ve dinsel azınlıklar meselesine yaklaşımı tek kelimeyle bir ikiyüzlülük vesikasıdır. Hele ki laiklik ve Aleviliğe yaklaşımı tam anlamıyla ibretliktir.

Türk sağının ve İslamcıların Cumhuriyet'e eleştirileri, "tepeden inmeci olmak", "Müslümanlar üzerinde baskıcı olmak", "Batıcı bir laiklik anlayışını benimsemek", "Müslüman topluma uymayan bir ilke olan laikliği topluma zorla dayatmak" gibi noktalarda yoğunlaşıyordu.

Mesela Mete Tunçay gibi güya solcu bir yazara göre, "1. Dünya Savaşı sonrası Anadolu'da Müslümanlar çoğunluk haline gelmişti. Artık Müslümanlar çoğunluk olduğuna göre yeni kurulan TC devletinde laiklik diye bir ilkeye de ihtiyaç yoktu. Laiklik, Hıristiyan azınlıkların yaşadığı 19. yüzyılda belki gerekliydi ama 20. yüzyılda yaşanan bu demografik dönüşümden sonra bu ilke artık gereksizdir." Tunçay, 1926'da kabul edilen Medeni Kanun’u bile, Batı’dan alınmış "çeviri devrim" olarak kötülüyordu (Zira Medeni Kanun, İslam’ın bireye (özellikle kadına) yönelik eşitsiz ve ayrımcı yaklaşımını tarihe aktarıyordu, Tunçay işte bundan rahatsızdı).

***

Laikliğe düşmanlık, siyasal İslam’a hizmet psikolojisi öylesine hastalık derecesinde devam etti ki, 2. Dünya Savaşı sonrası tarikat ve cemaatlerin DP eliyle palazlandırılmasıyla başlayan ve 15 Temmuz 2016 tarihli FETÖ darbesiyle doruğuna çıkan tarikatların devletleşmesi ve siyasallaşması dahi, "dinin vesayet kurumları tarafından dışlanması nedeniyle orduya sızması" olarak yorumlanıp, yine "Kemalizmin günahı" olarak gösterilmeye kalkıldı (Şu sıralar birbirinin "seks kasetlerini yayınlamakla" tehdit eden İsmailağa cemaati liderlerine hâlâ tek kelime itirazları yoktur).

Oysa MHP'den MNP'ye, DP'den AKP'ye kadar Türk sağı son derece tutarlı bir Cumhuriyet ve laiklik düşmanıdır. Laikliğe en çok ihtiyacı olan "Müslüman içi bir grup" olan (ve bir hayli kalabalık) Aleviler doğal olarak bu sağ partilerce görülmediler; hatta en büyük düşmanlar olarak kodlandılar (Maraş'ı, Çorum'u, Sivas'ı, Gazi Mahallesi'ni -"sivil katılımlı" infazları- işte bu temelde görmek gerekir).

***

1980'lerde akademide başlayan ve hızla topluma yayılan "Post-Kemalizm" rüzgârları, Türk sağı ve siyasal İslam’ın bir ürünüydü ve bu akım ABD ve Batı’nın Türkiye'de "ılımlı İslamcı bir rejim inşa" planlarının bir parçasıydı. Başını özellikle "liberal sol"un çektiği bu hesaplaşma rüzgârı, 30 yıl sonra "İslamcı bir tek adam rejimi"yle sona erdi (Ve bu eski ve güzel ülke, ekonomik, sosyal, siyasal olarak tam anlamıyla iflasın eşiğinde).

Ama buraya nasıl gelindiğini unutmamalıyız. Erdoğan ve arkasındaki emperyalist güçler, bu süreci "açılım"larla ve ustalıkla yürüttü. "Yeni Anayasa" tartışmaları yıllarca sürdü ve "paketler"den çıka çıka yalnızca türbanın Anayasa ile güvence altına alınması çıktı. "Kürt açılımı" ise MİT-Apo arasında gizli saklı bir "al gülüm-ver gülüm" idi ve "masa" çok geçmeden "devrildi".

"Alevi açılımı" başından beri göz boyamaydı. "Masa"yı kuran AKP ileri gelenleri, Alevi derneklerine "siz gidin önce kendi aranızda anlaşın, öyle gelin" diyebildiler. Neticede ortaya çıkan TBMM'de bile, "Tüm Müslümanlar gibi Alevilerin ibadet yeri de camilerdir" kararı oldu.

***

Şu aralar bu eski kirli politikaları sürdürmek, Saray'a yaranma hevesiyle Alevi tarihi, kimliği, tarihsel figürleri üzerinden yapay bir tartışma açmak işine Ümit Özdağ soyunmuş durumda. Seyit Rıza'dan Diyap Ağa'ya kadar yalan-yanlış sözler etmek; Ccem evlerine yasallık verirsek Selefiler (IŞİD'i ima ediyor) de hak ister" diyebilmek, ancak Ümit Özdağ'a yakışırdı.

Prof. Özdağ"ın hedefiyse fazlaca sırıtmaktadır: İflas ettiği -2013 Gezi gösterileriyle- apaçık bir realite olan siyasal İslamcı rejimden kopmakta olan seçmeni, Kılıçdaroğlu üzerinden yeni sahte kutuplaşmalar içerisine sokmak ve Erdoğan rejiminin ömrünü uzatmak.