Şimdi bir numaralı gündem maddemiz Moskova’da varılan anlaşma. Önümüzdeki bir hafta boyunca, yalnızca bizler değil, Türk ve Rus heyetleri de o anlaşmanın detaylarını konuşacak.

Bugün, ‘kim kazandı kim kaybetti, ne aldık ne verdik’ tartışmasıyla ilgilenmiyorum. Bırakalım da, ana kuzuları için ‘yüreği güvercin tedirginliğinde atanlar’ rahat bir nefes alsın bugün. Moskova’dan ateşkes çıkmasaydı neler olabileceğini kestirebilen biri olarak, bırakın bugün “yaşam kazandı” diyeyim. Şimdilik de olsa!

Ateşkes barış demek değil, ama onun yolunu döşeyen taşlardan biri ve o olmadan barış da olmuyor.
Dünyada, Suriye’de, memlekette barış… Her halde her ‘insan’ın dileğidir bu ve onun gerçekleşebilmesi için gazetecilere çok iş düşer.

Başlıktaki Barış, dikkat ederseniz, büyük harfle yazıldı. Kastettiğim Barış Terkoğlu. Sabahın köründe, tam da Fethullah’ın komplolarıyla insanların yataklarından alınıp hücrelere gönderildiği zamanlarda olduğu gibi evinden alınıp tutuklanan meslektaşım.

İlk kez ODATV duruşmalarını izlerken görmüştüm. Kıblesi sadece haber ve gerçek olan genç cesur gazeteciler var. Hâlâ var neyse ki! Başka başka Barışlar…

O gün o duruşmalarda; “Eğer bugün buradan çıksam adliyenin merdivenlerine oturup aynısını yazacağım. 100 yıl hapiste kalsam, çıktığım gün aynı fikirlerde ısrar edeceğim. Sağ kolum olmasa sol kolumla düşündüklerimi anlatacağım… Hapishane korkusuyla, polis sopasıyla, savcılık terbiyesiyle başka birisi olamam. Bedenimin hürriyetini, ruhumun esaretiyle değişemem…” diyen biri Barış.

Cesaretle sorular soran, soruların peşinden giden, bulduğu cevapları bedel ödemeyi göze alarak yazanlardan… Aylarca yattıktan sonra çıkıp, yine aylarca yatma ihtimaline karşı, “Bundan sonra da gerekirse betona gömüleceğiz ama yazmaya devam edeceğiz” diyebilenlerden…

Buna iktidar da inanmış olmalı ki, Barış’ın yazdığı ODATV’yi de kapattılar, yazamasın diye!

Gazeteciliğin dibe vurduğu şu günlerde mesleğim adına biraz umutlanabiliyorsam, Barış gibi gazeteciler sayesinde.
Başka isimler de sıralayabilirim buraya, hâlâ varlar ve az da değiller. Ama izinleri olursa Barış hepsi olsun şimdi.
Misal; Edirne’de, Yunanistan sınırında, İçişleri Bakanı’na “140 bine geldik dediniz, fakat biz bunu teyit edemedik bir türlü” diye soran ve canlı yayında Bakan tarafından neredeyse “vatan haini” ilan edilmesine karşın sorusunda ısrar eden Tele1 muhabiri…

Tut ki o soruyu soran bir Yunan gazeteci olsun, çağdaş bir toplumda, demokrasiyi ve ifade özgürlüğünü özümsemiş bir siyasinin ona cevabı, “Git Yunan askerleriyle takip et”, “Yunan tarafına hizmet ediyorsun” olmazdı.

Bakan böyle yapınca, birilerinin durumdan vazife çıkarıp gazetecilere saldırması, evlerini basması da sıradanlaşıyor!
Bizi ve bizim demokrasimizi değerlendirenler -ki bunu en çok AKP önemserdi iktidarının ilk yıllarında- Barış’ın tutuklanmasına, soru soran gazetecilerin vatan haini ilan edilmesine bakarak değerlendiriyorlar.

Dün, ortak bir açıklamayla gazeteciliğin suç olmadığını haykıran 8 gazetecilik örgütü; “Siyasi iktidarlar ise her sıkıştığında halkın bilgi sahibi olmasını ve yorum yapmasını engellemek için basına yöneliyor. … Gerçeklerin yazılmaması için baskı yapan güçler tarihin hiçbir döneminde başarılı olamadılar. Çünkü, gerçeklerin er geç ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır.”, hatırlatmasında bulunmuştu.

Meslek adına umudum Barış dedim ya, umut da umut ettiğiniz şeyi öylesine edilgen beklemekle olmuyor. Umut, umut ettiğiniz şeyin gerçekleşmesi için mücadele etmekle büyüyen, var olabilen bir şey.
Barışlar gazetecilik yapmakta ısrar ettikçe, gazetecilik de var olacak!