Muhalefeti, onun bir parçası olarak da solu ve CHP’yi; önce 31 Mart, ardından da 23 Haziran’da “zafer”e taşıyanın partilerin kendi performansından öte bir şey olduğunu düşünüyorum. Bu, partilerin ve başta İmamoğlu olmak üzere adayların sonuca katkılarını görmezden gelmek değil. Ancak, yerel seçim sonucunu getiren, bir anlamda Gezi’de gördüğümüze benzer, çok farklı siyasal ve toplumsal kesimleri, […]

Muhalefeti, onun bir parçası olarak da solu ve CHP’yi; önce 31 Mart, ardından da 23 Haziran’da “zafer”e taşıyanın partilerin kendi performansından öte bir şey olduğunu düşünüyorum. Bu, partilerin ve başta İmamoğlu olmak üzere adayların sonuca katkılarını görmezden gelmek değil. Ancak, yerel seçim sonucunu getiren, bir anlamda Gezi’de gördüğümüze benzer, çok farklı siyasal ve toplumsal kesimleri, kendilerine dayatılan şeye karşı birleştiren bir tür “yeni toplumsal hareket”ti.

Bunu ıskalamak sol olduğunu iddia eden siyasal özneler açısından yalnızca düş kırıklıklarına yol açacaktır.

Herkes söylüyor; “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” diye ucube bir sistemle yönetilmeye başlamamızdan yaklaşık 1 yıl sonra gelen yerel seçimler, memleketin o sistemle yönetilemez olduğunu ortaya koydu ve siyasette kartlar yeniden karılıp dağıtılmaya başlandı.

Yeni toplumsal hareketler, geleneksel olarak birlikte hareket eden kesimlerden farklı olarak, büyük ölçüde gündelik hayatlarını ve kimliklerini tehdit altında gören çok değişik kesimleri bir araya getirebiliyor. Tıpkı Gezi’de olduğu gibi, yerel seçim sürecinde de; radikal Kemalistlerle Kürtlerin; sendikalı işçilerle kadınların ve öğrencilerin; inançlı insanlarla LGBT bireylerin ortak hareketine tanık olduk. Onları ortaklaştıran; baskıcı uygulamaları ve ekonomik politikalarıyla gündelik yaşamlarını oldukları gibi sürdürebilmelerini imkânsız kılan tek adam rejimiydi.

Maddi varlıkların ve servetin eşit/adil dağıtımı gibi bir talep etrafında birleşmemiş, ancak yaşam kalitelerinin tehdit altında olmasına tepki göstermişlerdi. Ekonomik koşullara ve gündelik hayatın tek merkezden belirlenmesine karşıydılar. Bu “yeni toplumal hareket”in daha sol bileşenleri için; laiklik, adalet, özgürlük ve her şeyin rahatça konuşulabildiği bir demokrasi talebi öne çıkıyordu.

Bu, anlaşılmaz ya da kabul edilemez bir durum değil. Karşı olduğunuz şey, oradan kaynaklanan tehdidin büyüklüğü oranında birleştirici bir etki yapar.

Ancak, kabul edilemez olan; kartların yeniden karıldığı ve muhalefet ile dağılma/gerileme sürecine girmiş iktidar arasında bir tür denge durumunun oluştuğu bu günlerde; bir başka dünyanın mümkün olduğu hayalinden yoksun (ütopyasız), ve o hayale uygun yapıları bugünden kurma çabasına boş vermiş siyaset anlayışıdır.

Karşı oldukları üzerinden bir araya gelmiş olanlar arasında, neden yana olunduğuna dair sesini yükselten bir siyaset büyütülemezse, yerel seçim sonuçlarını sağlayan toplumsal kesimler; mevcut tek adam rejimine karşı cumhurbaşkanlığı ile parti başkanlığının ayrıldığı, laiklik hassasiyeti olmayan, neo-liberal ekonomiyle devamdan yana tadil edilmiş bir sisteme razı olmak zorunda bırakılacaktır!

Tek adam rejimine karşı olmak, o tek adam dışında çok şeyin aynı kaldığı bir büyük koalisyonu desteklemek olamaz!

Solcular; yasama, yürütme ve yargının kesinlikle birbirlerinden bağımsız olduğu; kamucu bir ekonominin temel alındığı; laiklikten asla ödün verilmeyen; parlamenter demokratik bir cumhuriyetin asgari müşterek olduğu bir çerçevede birlikte olabilecekleri her kesimle birlikte olurken, mevcut halin dışına çıkarak mümkün bir geleceğe odaklanmaktan da vazgeçmezler.

Kuşkusuz bugüne dair gerçekçi politikalarınız ve ona uygun işbirlikleri olacaktır; ancak bu sizi ütopyanızdan koparır ve ütopyanıza uygun toplumsal ilişkileri bugünden kurma ve bir karşı hegemonya oluşturma çabasından vazgeçirirse, sizden geriye kalan tek şey tam da eleştirdiğinize dönüşmüş bir hal olur.

Ütopyanız olacak, vesselam!