Valyria’nın soylu hanedanı

George R.R. Martin’in dahice yarattığı kurgusal evrenine bir kez daha katılıyoruz. Uzunca bir bekleyişin ardından Game of Thrones’un prequel dizisi House of the Dragon yayınlanmaya başladı. Bu yeni dizinin mantık dışı seviyede nefret edeni ve ona gözleri körleşmişçesine âşık olanı olarak keskin şekilde bölündü GOT fanları. Ben de bu yeni diziyi bir GOT hayranı olarak değil de iyi hikâye anlatıcılığı hayranı olarak oldukça sevdim ve izlemeye devam edeceğim. House of the Dragon, geleneksel bir hikâyeden ziyade büyük bir kraliyet hanedanının kurgusal tarihini anlatacak, içinde aileler, insan ilişkileri, güçlü çatışmalar, bürokrasi, politika, entrikalar ve en önemlisi ejderhalar olacak.

Buz ve Ateşin Şarkısı roman serisinin dünyasında yer alan, Ateş ve Kan romanından uyarlanan House of the Dragon dizisi, Game of Thrones’ta yaşananların 200 yıl öncesine giderek, Westeros’taki (Batıdiyar) büyük hanedanlardan olan, Yedi Krallık’ın kraliyet ailesi Valyria'nın soyundan gelen Targaryen Hanedanı’nı merkeze alıyor. Henüz on üç yaşındayken tanıştığımız Rhaenyra Targaryen ve uzun yıllardır tahtının erkek varise geçmesi için erkek çocuk beklemekte olan babası Kral Viserys Targaryen ile tanışarak başlıyoruz hikâyeye. Kral her ne kadar kızını sevse de, Westeros’taki lordların ve geleneklerin baskısıyla bir kadının hükümdar olamayacağını düşünenlerden. Kadından hükümdar olmaz yaklaşımı, aslında hikâyenin anlamlı genellemesi için ortaya çekici bir dram çıkarıyor. Targaryenlar’da erkek varis meselesi derin. Mesela Aemon Targaryen ölünce, kızı Rhaenys Targaryen’ın varis olması gerekirken, tahta küçük oğlu Baelon geçiyor. Baelon kim? Bu dizide bölümler boyunca yakından tanıyacağımız Kral Viserys Targaryen’ın ve Daemon Targaryen’ın babası. Rhaenys Targaryen’ın hakkı kadın olduğu için nasılyendiyse, yüzyıllardır süren gelenek Rhaenyra’nın kaderi ile benzer olarak şekilleniyor.

RHAENYRA İLE DAEMON

Çoğumuz gibi son sezonu hariç Game of Thrones’un büyük hayranlarından biri olarak Westeros tarihinin tam içine girecek olan bu diziyle ilgili merakım oldukça yüksek beklentim ise düşüktü. Bir fan olarak bu yeni diziye yaklaşmaktan ziyade sadece şu sorulara cevap arayarak bir değerlendirmede bulunacağım; dizi beni kendine bağlayabildi mi ve sonuna kadar diziyi izlemek için ikna oldum mu? Açıkçası dizi ilk bölümü ile beni adeta yakaladı. Her ne kadar yazar olarak ilgimi çekmese de, George R.R. Martin’in dahi olduğunu hep düşünmüşümdür. Ve dizide çok hızlı bir şekilde yaratılan dünyanın içine girebilince bundan bir kez daha emin oldum ve ona saygım katlanarak arttı. İlk bölüm o kadar iyi yazılmıştı ki sadece ama sadece bir saat içinde karakterlerin her birinin geçmiş hikâyeleri, bugünkü hedefleri hakkında hemen her şeyi öğreniyorsunuz ki bu gerçekten de inanılmaz. Game of Thrones dünyasının bağrından kopmuş gibi duran, Matt Smith’in canlandırdığı ihtişamlı Daemon Targaryen tek kelime ile harika yazılmış ve canlandırılmıştı. İçindeki şiddeti, kana susamışlığı, bir yanıyla acımasız oluşu ve politikaya olan düşkünlüğü ile dizinin evrenine en iyi uyum sağlayan karakterdi. Prenses Rhaenyra Targaryen’ın gençliğini canlandıran Milly Alcock’a ise hayran kaldım.

Ne yazık ki sadece beş bölüm kendisiyle birlikte kalacağız sonraki altı bölümde yetişkinliğini Emma D’Arcy canlandıracak. Rhaenyra Targaryen ile Daemon Targaryen ikilisinin arasındaki iletişimden çok keyif aldım, hikâyenin en çok ilgi çeken kısmı bu olacaktır. Buna, kadından hükümdar olmaz bakış açısına karşı direnişi de eklerseniz sadece bu iki akış bile yeterli olacaktır diziyi sevmek için. Ama daha tonlarca olay örgüsü ve akış bulunuyor.

3 BAŞLI KIRMIZI EJDERHA

Targaryen krallarının ilki olan Fatih Targaryen (I. Aegon) emriyle yapılmış olan, Viserys Targaryen’ın "Demir Taht en görkemli ejderhanın nefesiyle dövüldü. Yenilmişlerin kılıçları, binlercesi mum gibi eridi…” sözleriyle anlattığı o meşhur Demir Taht daha karanlık, daha soğuk, daha ürkütücü bir tasarımla ele alınmıştı. Buna bayıldım. House of the Dragon’ın en önemli yanı bir sürü ejderhaya sahip olması, tam sayı vermek gerekirse on yedi. George R.R. Martin’in hayal edip yazdığı bu dünyanın bir gerçeği olan bu ejderhaların hepsi de Targaryen Hanedanına ait, hepsi farklı kişiliklere sahip, farklı yaşıyorlar, boyutları, şekilleri farklı ve çok renkliler. GOT’un ilk yayınlanmasının üzerinden on bir sene geçtiğini göz önüne alırsak CGI teknolojisinin ilerlediğini bu dizide görebiliriz. Ama bu kıyaslamalardan vazgeçmek ve kendini bu fantastik dünyaya bırakmak en doğrusu.