Aslında dönüş epey önceden başlamıştı. Şam’da namaz peşinde koşan, Esad’a birkaç ay ömür biçen, Esad’la asla olmaz diyen, onu yaşatıp güçlendiren Rusya’yla uçağını düşürecek kadar kanlı bıçaklı olan, mezhep politikası yüzünden hem Bağdat hem Tahran’la sorunlar yaşayan ve bütün bunları da Suriye politikasında ete kemiğe büründüren Türkiye, o politikanın temel tezlerinden vazgeçti. Bir süredir gözlenen bu yönelim, Soçi dönüşü uçakta Erdoğan’ın gazetecilere söyledikleri ile iyice netleşti.

Bunu derken yeni bir şey söylemiş olmuyorum ama AKP iktidarı eski Suriye politikasını terk etti artık. İyi ki de etti. Keşke, şimdi girdiği yola en başta girseydi. Bu konuda çok sayıda öneri ve uyarı almasına karşın dinlememiş, illa da Esad’ı devirme peşinde koşarken, Esad’a karşı her unsuru destekten de geri durmamıştı.

Kuşkusuz izlenen politikanın bir muhasebesi yapılacaktır, ancak şimdi, girilen yolun ve eski çizgide ısrar etmemenin daha gerçekçi bir yaklaşım olduğunu belirtmekte yarar var.

Ortadoğu ve hemen sınırımızdaki ülkeler değişen dünya dengelerinin ve tek kutupluluktan çıkışın ateşiyle yanıyor, daha da yanacak. Keşke Türkiye, bu süreçte bölgedeki tüm aktörlerle “konuşabilen” bir ülke olarak kalabilseydi.

Gelinen noktada bunu sadece Rusya ve Putin yapabilirken, Türkiye’de geleneksel ittifaklarından uzaklaşıp yeni bir “pakt” içinde yer alıyor görüntüsü vermeye başladı: Rusya-İran-Türkiye.

Oysa yola, ABD ve Batı ittifakıyla birlikte, Esad’ı yok etmek üzere çıkılmıştı. Şimdi, kendi toprakları üzerinde bir Kürt devleti kurulmasına izin vermeyeceğinden hareketle ve Putin’den “Esat da PYD/YPG’den rahatsız” teminatı alarak, ortak düşman PYD/YPG’ye karşı Şam’la birlikte hareket etme olanakları aranıyor.

Artık Erdoğan, Türkiye’nin PYD/YPG hassasiyetini paylaşmayan tarafın yola birlikte çıktığı ABD ve Batılı koalisyon olduğunu söylüyor!

Erdoğan’ın, “Dolaylı olarak aracılar üzerinden de olsa Esad’la iletişim kurmaya başladığımızı söyleyebilir miyiz?” sorusuna cevabı; “An itibarıyla o tür bir durum yok ortada”, ağzından çıkandan fazlasını söylüyor. Bu cevap, bugün değilse yarın o tür bir durum olabileceğinin ifadesi.

Ankara-Şam arasında ortak çalışma ihtimali ve Esad’ın geleceği hakkında söylenenler de yukarıdaki saptamayı pekiştiriyor. “Bu konuda bir şey olmaz türünden peşinen kestirip atma türünden bir anlayışın, bir yaklaşımın içinde olmamız çok da doğru olmaz. Siyasetin kapıları, malumunuz, son ana kadar her zaman açıktır” diyor Erdoğan. “Temel hedef, Suriye halkının tüm kesimleri nezdinde kabul görecek kalıcı ve muteber bir siyasi çözüm. Suriye’de artık kan akmasın, ülkenin toprak bütünlüğü korunsun istiyoruz. Yeni bir anayasayla, BM gözetiminde yapılacak demokratik, adil ve şeffaf seçimler, Suriye halkının kendi geleceklerini kendi hür iradeleriyle belirlemelerine imkân sağlayacaktır” diyor.

Bu ifadeler, Suriye’nin geleceğinde yeri yok denilen Esad’a artık yer verildiğinin kanıtı!

Ancak bundan sonrası da hiç kolay değil. Türkiye’nin “stratejik müttefikiABDtek süper güç” pozisyonunu hızla yitirirken, kaçınılmaz gibi görünen sonuna engel olabilmek için tırnaklarını Ortadoğu’ya geçirdi. Suriye’den kendi ayaklarını sağlam basacağı bir bağımsız Kürt devleti çıkarmaya çabalayacak.

Ekonomik güce dayanmadan ne askeri ne de siyasi gücün etkin olması mümkün. Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükselişleri ve Çöküşleri kitabında, “modern ulusların küresel egemenliği kullanma ve sürdürme becerisi, sonuçta üretim kapasitelerine dayanır” der. 20. Yüzyıl’ın ikinci yarısında dünyanın en büyük ve en dinamik ekonomisine sahip olan ve 1950’de küresel GSMH’nin yüzde 27.3’üne sahip olan ABD’nin bu payı düzenli bir düşüşle bugün yüzde 20 civarına geldi. Karşısında hızla yükselen bir Çin var. (Martin Jacques, 2016, Çin Hükmettiğinde, Ankara: Akılçelen)

Bu durum ABD’yi askeri hamleleri açısından daha maceracı ve tehlikeli yapacak. Tam da IŞİD bitti derken, ABD’nin Suudi Arabistan ve İsrail’le ilişkileri üzerinden ve Suriye’de ayağını bastığı yerden, İran’ı hedef alan girişimlerde bulunma olasılığı dillendiriliyor. O nedenle, Türkiye gibi güçlerin adımlarını çok daha dikkatli atması gerek.

Bugün yanlış hesap Soçi’den dönse de, iktidarın dış politika adımlarını uzun vadeli küresel eğilimleri hesaplayarak stratejik olarak atmaktan çok günü kurtarmaya yönelik olarak attığını söylemek mümkün.

Bu da, bir yanlış hesaptan dönmenin yeni yanlış hesaplar yapmamanın garantisi olmadığı demek!