2015 yılında Endonezya’da, Rıza Pehlevi adlı bir genç, Makmum adlı bir kısa film yaptı. 9 dakika 42 saniyelik filmin öyküsü, tatil nedeniyle boş olan bir kız öğrenci yurdunda geçiyor. Yurtta kalan tek öğrenci, gece geç vakit namaz kılmak için kalkıyor. Namaz sırasında yalnız olmadığını, arkasında duran birinin cemaat olarak onunla birlikte ibadet ettiğini anlıyor. Sonra bu tek kişilik cemaatin -‘makmum’, Endonezya dilinde ‘cemaat’ demek- hayalet gibi bir varlık olduğunu anlayarak dehşete düşüyor.


Filmle ilgilenmemin nedeni, çok karakteristik bir ‘yaralı bilinç’ öyküsü olmasıydı. ‘Yaralı bilinç’, İranlı yazar Daryush Shayegan’ın 1989’da yayımlanan kitabında sunduğu bir kavram. 1991’de Türkiye’de de yayımlanan kitabın alt başlığı, kavramın içeriğini de özetliyor: Geleneksel Toplumlarda Kültürel Şizofreni. Bu ufuk açıcı çalışmada Shayegan, doğulu toplumların, özellikle Müslüman ülkelerin geleneksel yapı ile modernizm arasına sıkışıp kalmış yapısına dair muhteşem çözümlemeler yapıyor. Parçası olamadığı Rönesans, Aydınlanma, Sanayi Devrimi gibi belirleyici tarihsel anları yaşayamamış, ama bunların tüm etkilerine tanıklık eden, hatta bu tarihsel dönüm noktalarının somut ürünlerinden en az batılılar kadar faydalanan bizimki gibi toplumların epey iç burkan bir tablosu…

***

Öyküsü modern mimari ürünü bir yurt binasında geçen ‘yaralı bilinç’ anlatısı Makmum’a dönelim. 13-14 yaşlarındaki kız çocuğu gecenin bir vakti uyanıyor. Yatağının yanında çerçeveli fotoğraflar, animasyon karakterlerinin bibloları gibi rengârenk objeler var. Ama kız çocuğu türbanla yatıyor!

1990ların İran sinemasında çok göze batan ve bizzat seyircilerin şikâyetine konu olan bir unsurdu bu; kadın karakterler ev içindeki gündelik yaşama dair sahnelerde de başörtüsüyle görünmek zorundaydı. Oysa gerçek hayatta bu kadınlar evde başlarını açıyor, rahat ev kıyafetleriyle dolaşıyorlardı. Yaralı bilincin umut kırıcı gücü burada belirginleşiyor işte; 2015’in dünyasında, bir Endonezya filminde tekrar karşınıza çıkabiliyor.

Neyse, nizami türbanıyla yataktan kalkan kız abdest almaya gidiyor ama yarım yamalak bir abdest alıyor, çünkü türbanını musluk başında da çıkarmıyor! Böylece, seyirci saçlarını görmesin diye verilen uğraş sonucu yarım abdestli olarak seccadenin başına geçiyor, vücut hatlarını gizlemek için üretilmiş özel namaz kıyafetini giyiyor. Sonra arkasında beliren ve aynı namaz kıyafetlerini giyen ürkütücü varlıkla kıldığı namazı izliyoruz.

Buradan “Eğer doğru düzgün abdest almadan namaz kılarsanız size kötü varlıklar dadanır!” konulu bir dinsel eğitim filmi de çıkabilirmiş sanki, ama kızın arkasındaki hayaletimsi varlık öyle büyük bir huşuyla namaz kılıyor ki, sonuçta ortaya neredeyse namaz karşıtı bir söylem çıkıyor: Bu kız namaz için kalkmasaydı bu korkunç olaylar yaşanmayacaktı…

Film öyle ilgi çekti ki, sonraki birkaç yıl içinde birçok Endonezyalı genç, senaryosunu neredeyse hiç değiştirmeden Makmum’u yeniden yaptılar. Hatta bu Makmum trendi o kadar büyüdü ki, parodi Makmum’lar bile yapıldı -bunlardan birinde, namaz kılan iki oğlan çocuğuyla arkalarına yanaşıveren küçük hayalet kızın komik diyaloglarını izliyoruz.

***

Bu akımı fark eden yapımcılar 2019’da uzun metraj bir Makmum yapmaya karar verdi. Kısa filmde ne olduğu, nereden geldiği, neden namaza katıldığı bir türlü anlaşılmayan ‘makmum’un portresini dine uygun biçimde yeniden çizmeye çalışan film ekibi, tam da siyasal İslamcılara yakışacak şekilde, bir hadiste geçen ‘hanzeb’ iblisini kullanmaya karar verdiler. İnanışa göre Hanzeb adlı iblisin görevi, namaz kılanlara musallat olup onların konsantrasyonunu bozmak, gündelik meşgale ve dertleri hatırlatıp tanrının huzurunda olduklarını unutturmaktır. Ama filmde geçtiği haliyle, yani ‘khanzab’ olarak yazıp arattığınızda, internette karşınıza çıkan görsellerin çoğunda bu iblisin karikatürlerle tanımlandığını görebilirsiniz; namaz kılan kişinin arkasında çıplak biçimde duran, insanlara borçlarını ya da yemekte ne yiyeceğini düşündürtmeye çalışan muzip bir varlık…

Belli bir aşamada filmi yapanlar ‘karanlık cemaat’i Hanzeb’le açıklama girişiminin pek yerli yerine oturmadığını fark etmiş olmalılar ki, gece namazlarına eşlik eden o korkunç varlığın, yıllar önce yurtta çıkan bir yangında ölmüş bir kızcağızın hayaleti olmasına karar veriyorlar. Gerçi ‘ibadetini aksatmayan kızın ibadetini aksatmayan korkunç hayaleti’ kurgusu işin dinsel boyutunu biraz sıkıntıya sokuyor, ama sonuçta bu da yaralı bilincin bir parçası. En az, tarikat yurtlarındaki yangınlarda çocukların öldüğü bir ülkede yaşayıp, Endonezya’nın yaralı bilincinden söz etmek kadar uygun bir parçası hem de…

2021'de Makmum 2 'nin yapıldığını duyunca şaşırmazsınız herhalde. Aslında bir toplumsal psikoz durumu olan 'yaralı bilinç', bu son filmde daha da belirginleşiyor. Endonezya'nın dağlık bir köyünde yaşayanların köye elektrik gelsin mi gelmesin mi diye tartıştığı bir ortama oturtulan öyküde makmum, önce yine kadrolu namaz sabotörü olarak sunuluyor. Ama sonradan bunun da intikam peşinde bir hayalet olduğu ortaya çıkıyor.

Sonuçta anlaşılıyor ki, dünüyle rasyonel bir hesaplaşmaya giremediği için o geçmişin yaralarını bugüne, yarına taşıyan toplumlarda makmum, asla bitmeyecek bir öykü; bilinci geçtim, yaranın ta kendisi!