Önümüzdeki Cuma günü 12 Mart 1971 askeri darbesinin 50. yıldönümüdür.

12 Mart’ı diğer askeri darbelerden ayıran çok temel bir özellik var. 12 Mart “hak ve özgürlükleri kısıtlamak ve baskı altına almak amacıyla yapılan faşizan uygulamaların kapılarını ardına kadar açan “ilk” askeri darbedir.

12 Mart ile başlayan ve günümüze dek süregelen hak ve özgürlükler açısından karanlık ve alacakaranlık yılların doğru anlaşılması için bu “başlangıca” kısaca da olsa değinilmesi ve AKP iktidarının askeri darbeler konusunda yeni uygulamaya koyduğu bir “ağır ayırımcılığa” dikkat çekilmesi gerekiyor.

ÖZGÜRLÜK BOL GELİYOR

Ülkeyi 12 Mart’a taşıyan gelişmelerin başında zamanın seçimle işbaşına gelmiş olan Başbakanı Demirel ve Genelkurmay Başkanı Tağmaç’ın söz birliği etmişçesine “bu anayasa ile ülke yönetilemez; ekonominin olanakları anayasanın sağladığı hak ve özgürlükleri karşılamaya yetmiyor “ noktasında buluşmaları gelir. O sırada Vietnam’da yenik düşmekte olan ABD, ülkesinde kullanılan afyonun onda sekizinin Türkiye’den kaynaklandığını öne sürerek haşhaş üretiminin yasaklanmasını ısrarla istiyordu. Bu isteklere direnmeyen hükümet, 12 Mart’ta istifa ederek TSK eliyle “Parlamento ve partiler üstü” bir hükümet kurulmasının yolunu da açıyordu. Böylece, demokrasinin iki temeli “hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığı” da noktalanıyordu.

12 Mart sonrasında “devlet eliyle şiddet uygulaması” dönemi başladı. Hak ve özgürlükleri savunanların üzerine “balyoz” indirildi. Kamu kesiminde işten çıkarmalar, kitlesel gözaltına almalar, işkenceden geçirmeler ve öldürmeler yaygınlık, derinlik ve süreklilik kazandı. Cezalandırılan yalnız kişiler değildi; ülkenin ilk yasal sosyalist partisi-Türkiye İşçi Partisi- TİP; ayrıca solcu sendika ve dernekler; kimi gazeteler kapatıldı; bunların yöneticileri ve üyeleri tutuklandı; sol içerikli kitaplar suç aleti sayıldı. Suçlarının idamı gerektirip-gerektirmediğine bakılmaksızın, “üç genç” idam edildi. Bu süreçte, “kanunsuz suç ve ceza olmaz” ve “suçluluğu kanıtlanıncaya dek kişi masumdur” gibi en temel hukuk ilkeleri çiğnendi. Tüm bunlar faşizm için yeterli olmayınca 12 Eylül 1980 darbesi yapıldı.

DARBE AYIRIMCILIĞI

Temel özelliklerinden biri “ayırımcılık “ olan AKP, asla onaylanamaz bir tutumla, askeri darbeler arasında hukukun ve kamu vicdanının asla kabul edemeyeceği nitelikte bir ağır ayırımcılık yapıyor.

BAKINIZ NASIL?

24 Şubat 2021 günü Resmi Gazetede Cumhurbaşkanı Erdoğan imzasıyla “27 Mayıs 1960 Askeri Darbe Mağdurlarının Zararlarının Tazmini Amacıyla Kurulan Komisyona Yapılacak Başvurular Hakkında Duyuru” yayımlandı. Belirlenen çalışma “usul ve esaslarına” göre Komisyon çalışmaları “25 Şubat 2021 Perşembe günü başlayacak 25 Mayıs 2021 Salı günü mesai bitiminde” sona erecektir.

Atılan bu çok doğru adımla 27 Mayıs 1960 askeri darbesi sonucu maddi ve manevi olarak haksızlığa uğrayanların kayıpları devlet tarafından karşılanacaktır.
İyi de diğer darbelerin, özellikle de çok daha ağır ve yıkıcı sonuçları olan 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerinin mağdurlarının zararları “neden” karşılanmıyor? Bu konu ile ilgili yasanın görüşülmesi sırasında, cılız da olsa, muhalefetin diğer darbelerin de kapsanması isteği AKP oylarıyla neden reddedildi? Bugün, bu soruların sorulamadığı bir siyaset ortamı var.

Böyle bir ortamda AKP iktidarının yine geçen hafta büyük bir tantana ile kamuoyuna açıkladığı iki yıllık “insan hakları eylem planı” ve aynı bağlamdaki yeni anayasa girişimi, diğer yetersizlikleriyle birlikte, iktidar darbe ayırımcılığı yaptığı için de tamamıyla anlamsızlaşıyor; bu bir.

İkinci, ancak hiç de ikincil olmayan bir nokta daha var: AKP’nin 12 Mart ve 12 Eylül’e olan “ideolojik yakınlığı mı?” bu ayrımcılığa yol açıyor sorusu haklılık kazanıyor.

Çok büyük haksızlıklara uğramış olan 12 Mart ve 12 Eylül mağdurlarının da haklarının verilmesi de mutlaka sağlanmalıdır.