Dünyada üretilen gıdanın 1/3’ü sofraya ulaşamadan çöpe atılıyor. Üreticiye verilen paranın kat kat fazlası; işlenip, paketlenip, süslenip, uzun yollar kat etmesi için harcandığından, birçok ürün bu masrafı yapıp sunulmaya değmez bulunup çöpe atılıyor.

Yaşasın elmamdan kurt çıktı


Gökten üç elma düştü. Sadece biri organikti.

En son ne zaman meyvenizden kurt çıktı? Gençler belki de hiç meyve kurdu görmedi. Eskiden kurtlu gibi görünen meyveleri almazdık. Şimdi doğal ürünler pazarından en kurtlu gibi görünenleri seçip iki misli para ödüyoruz. Diğerlerini de başkaları yiyor biliyoruz, ama bilmezden geliyoruz.
Zehirli atıklarımız uzaklara gidiyor, termik santrallar başka köylerde kuruluyor, çöp dağlarımızı hiç görmüyoruz. Temiz hava, temiz su, temiz gıda istiyoruz.

Dünya bugün bunlara ulaşma gücü olanlarla, bunlara ulaşamayanlar, bu çöp dağlarını yaratanlarla bu çöp dağlarından geçinenler, ekmek yiyenlerle et yiyenler olarak bölünmüş durumda.

Üretilen gıdanın yaklaşık 1/3’ü sofraya ulaşamadan çöpe atılıyor!

UNICEF’in Gıda Tarım Organizasyonu verilerine göre her sene dünyada üretilen toplam gıdanın üçte biri israf ediliyor. Bu da yaklaşık 1.3 milyar ton ediyor (FAO). İstatistikler gıda üretiminin yeterli olduğunu ancak dağıtım ve paylaşımın dengesiz olduğunu gösteriyor. Yerel tarım bittiği için, tarladan tüketiciye giden uzun yolda, fiyatlar katlandığı gibi israf da artıyor.

Hızlı şehirleşme, doğal afetler ve iklim değişiklikleri nedeni ile ürün kuşaklarında kaymalar, gıda konusundaki korkuların boş olmadığını gösteriyor. Tarım ürünleri ve hele de ekmeğimiz büyük şirketlerin elinde. Gıda bilimi, ürünün raf ömrünü uzatmaya, nitelikten çok niceliği artırmaya yönelik araştırmalarla meşgul. Kaynaklar, paketleme, uzak mesafelere dağıtım, dayanıklılık konusuna ayrılıyor. Dünyada üretilen gıdanın 1/3’ü sofraya ulaşamadan çöpe atılıyor. Üreticiye verilen paranın kat kat fazlası; işlenip, paketlenip, süslenip, uzun yollar kat etmesi için harcandığından, birçok ürün bu masrafı yapıp sunulmaya değmez bulunup çöpe atılıyor. Çocuklarımız, onların çocukları bugün bizim tarlada gördüğümüz besinlerin çoğunu belki de hiç bilmeyecekler.

Laboratuvar ürünü, dayanıklılığı artırılmış, aslı neydi unutulmuş gıdalarla beslenecekler.

Ekmekten vazgeçebilir miyiz? Ekmek kokusu, anne kokusu gibidir, eve gelmek gibidir. Evde ekmek varsa hayat devam ediyordur, güvendeyizdir. Havamız, suyumuz temiz; yağmur yağıyor, toprak besleniyor, tarlalar ürün veriyor. Değirmenler, fırınlar çalışıyor, sokaklar güvenli. Tek eksiğimiz var, bunun ne kadar önemli olduğunun farkında değiliz.

İnsanlığın ilk çağlarından beri bereket tanrıları hep buğday başağı ile sembolize edilir. Dini söylencelerde hayat, üreme, çoğalma başakla, buğdayla başlar. Buğday, dünyada en geniş ekim alanına sahip en önemli tarım ürünü. Henüz yerini alacak başka ürün bulunamadı. Ancak, tarım sektörü ‘verimlilik’, ‘kalkınma’ ve ‘kâr’ uğruna yaptığı genetik oynamalarla, buğdayı bir sağlık sorunu haline getirdi. Doktorlardan en çok duyulan söz ekmeği azaltın, ekmek yemeyin olmaya başladı. Glüten ve ekmek yeni düşmanımız. Etle beslenme gücü olanlar, sadece ekmekle beslenebilenlerin ekmeği ile oynadı. Ekmeğimiz ve şekerimiz, tadımız, tuzumuz kalmadı.

Nüfus artış hızımıza göre, gıda ihtiyacı 2030 yılında yüzde 50, 2050 yılında yüzde 70 artacak. Hangi toprakta, hangi suyla tarım yapılacak? Alışveriş merkezlerinin bahçeleri yeniden buğday tarlaları, meyve bahçeleri mi olacak? TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası’nın açıklamalarına göre, ülkemiz de tarım alanları kaybında oldukça başarılı, son on altı yıl içinde yüzde 8,3 daha azalmış durumda.

'Kalkınma treni'ni yakalama yarışından en çok gelişmekte olan ülkeler zarar görüyor. Borç para ile treni yakalamak mümkün olmadığı gibi, ülke içinde de treni bir ucundan yakalayanla, kalkınmanın hiçbir nimetini görmeyecek olanlar arasındaki uçurum büyüyor. Refah dağılımı ibresi artık hiç dönmeyecek şekilde zarar görüyor. Doğal kaynaklar elden gidiyor, kalkınma adına yapılan hızlı ve plansız büyüme gene en çok yoksulları vuruyor. Çok zengin olmak için bir yerlerde birilerinin fakir kalması gerekiyor.

“...60 yıl önce Britanyalı bir gazetecinin 'Hindistan’ın Britanya ile aynı yaşam standartlarına sahip olmasını ister misiniz?' diye sorduğu Mahatma Gandhi bunun farkındadır ve şöyle cevap vermiştir: 'Britanya gibi minik bir ülkenin bu yaşam standardına ulaşması için dünyanın yarısını sömürmesi gerekti. Hindistan’ın aynı yaşam standardına ulaşmak için kaç tane yerküreyi sömürmesi gerekecek?' (Shiva, Mies; 2018)

Ve sadece bir tane yer küremiz var.

‘Artıkçılar' ve ‘Parazit’ler çok beğeni topladılar!

Fransız sinemasının usta yönetmeni Agnes Varda “Les Glaneurs et la Glaneuse/Artıkçılar ve Ben” (2000) isimli belgesel filminde, tarlalarda toplanmayıp bırakılan, ya da pazar yerlerindeki atıkları toplayarak hayatta kalma mücadelesi veren insanları konu alır. Fransa kırsalında ve Paris’te çekilen filmde, elma, buğday, patates tarlalarında, pazar yerlerinde “artık” larla yaşayanlar anlatılıyor. Varda, filmi hakkında bir söyleşide (2004), “Bizim arkamızda bıraktıklarımızla”, “Bıraktığımızın bile farkında olmadıklarımızla yaşayan insanlar var ve ben bu insanların filmini yaptım, insanlar alkışladığında filmi değil, aslında bu insanları alkışlıyorlar” diyor. Çok büyük, küçük ya da bereli olup süpermarket rafları standardına uymayan ürünler, hasat zamanı toplanmayıp tarlada bırakılıyor. Daha sonra, bırakılanların toplanması için tarla “artıkçı”lara bırakılıyor. Sistemin dışarıda bıraktığı ürün ve insan bir şekilde buluşuyor. Varda, bir gün televizyonda bir hasat makinasının tanıtımını görüyor. Anlatıcı, makinanın tek bir buğday tanesi ya da başağını bırakmadan topladığını anlatıyor. Varda hemen “...onlara hiç kalmayacak! Onlar ne toplayacak?” diye artıkçıları düşünüyor.

Bu yıl da, 92'nci Oscar ödüllerinde pek çok dalda aday gösterilen bol ödüllü Parazit (2019) filmi çok beğenildi, hakkında çok konuşuldu. Şehrin varoşlarında bir bodrum katında yaşayan fakir bir ailenin, yayılmacı bir şekilde girdikleri bir zengin evinde çalışmaya başlaması, daha sonra daha da yer altından beterin de beteri var şeklinde bir ortak çıkması. Şehrin ‘artıkçıları’. Parazitin paraziti olma savaşı ve beslendikleri dev, köklü ve zengin parazite duydukları öfkenin bir gün patlaması.

Arkada bırakılanlar, bir yerlerde bir arada yaşamaya çalışıyor. Arkamızda bıraktıklarımız artık yetişemiyor. Boş can yelekleri sahillere vuruyor. Öfkelenecek halleri bile kalmadı.

‘Arkada kalanlar’, ‘bırakılanlar’ artık öndekilerden daha ‘çok’.

İlle de ‘zenginlik’ dışında yeni hayaller kurmak gerekiyor. Kendini ‘idame’ ettiremeyen sürdürülebilir olmayan her şey bir gün bitiyor. Eyy büyüklerim, alternatif politikalar, nicelik değil nitelik ağırlıklı kaygılarla, tabandan yukarı doğru bir kalkınma planı zamanı çoktan geldi de geçiyor.

“Kendini idame etmeyi hedefleyerek yaşamak, artık çevrenin ya da yabancı halkların sömürüsü üzerinden geçinmemek demektir. Bu, insan yaşamı için, konuşmak ve vermek, kendimiz ve diğer insanlar, bizim halkımız ve diğer halklar, bizim türümüz ve doğadaki diğer türler arasında yeni bir denge anlamına gelir...”(Shiva, Mies;2018)

- FAO/ Food and Agricultural Organization of the United Nation
http://www.fao.org/food-loss-and-food-waste/en/
- Vandana SHIVA, Maria MIES (2018) Ekofeminizm, İstanbul, Sinek Sekiz y.
- Agnes VARDA, Les Glaneurs et la Glaneuse /Artıkçılar ve Ben (Fransa, 2000, 35mm., 82’, renkli)
- Agnes VARDA, (2004) The Things We Leave Behind / Arkamızda Bıraktığımız Şeyler (söyleşi)

cukurda-defineci-avi-540867-1.