Başlığa, farklı telaffuzlarla da olsa, gündelik hayatta sıkça rastlarsınız. Kraldan çok kralcılarla, bir gram yetki sahibi olduğunda devletin tüm otoritesiyle donanmış gibi davranan Bekçi Murtazalarla dolu memleket.

Tam da otoritenin istediği gibi, görevini sormadan ve sorgulamadan yapan biri olsa da,

Bekçi Murtaza’nın naif, inanmış bir hali vardı. Artık kendince “yassah”lar koyup uymayanı katleden tipler türedi.

Dahası, kurumların da “murtazalaştığı” bir dönemdeyiz. Sormamak ve sorgulamamak hafif kalır onları tanımlamak için. Otoritenin ne istediğini bilerek şehvetle yapıyorlar işlerini. “Yassah” diyorlar önünü arkasını düşünmeden.

İktidarın yok edeceğim diye geldiği üç “Y”den biriydi ya yasak ama en küçüğünden en büyüğüne tüm kurumların “yassah” demeyi asıl iş edindikleri bir noktaya geldik.

AKP’nin pek özendiği Osmanlı’nın “yassah”ları çoktu. Misal; kahvehanelere ayakkabı boyacılarının girmesi, terzilerin padişahın fermanında belirttiğine aykırı elbise dikmesi, bekar erkeklerin İstanbul’a girmesi yasaktı.

Pek karşı olduğu ve CeHaPe ile eşitlediği Cumhuriyet’in ilk yıllarında da çoktu yasaklar. Ankara’da hamallık yapılamaz (1936”), Üsküdar’da keçi gezdirilemez, satılamaz (1933), memurlar öğrencilik yapamazdı (1941)

HHH

AKP’nin “devr-i saadet” gibi gördüğü iktidar yıllarında, devlet değil parti kurumlarına dönüşen yapılar her şeye “yassah” demeyi alışkanlık haline getirdiler.

Hem öğrencilik hem de hocalık yapma ayrıcalığına sahip olduğum ODTÜ’de, öğrencilerin “Devrim Stadyumu”ndaki mezuniyet töreni rektörlük tarafından yasaklandı. Özgürlük yoksa üniversite de yoktur ama memleketin en özgürlükçü üniversiteleri bile “yassah”larla anılır oldu.

Hoş, ODTÜ öğrencileri her biri zeka süzgecinden süzülmüş pankartlarıyla bir yolunu bulur, o stadyumda yürümeden mezun olmazlar. Şimdi otoriteden alacağı alkışla kendinden geçen “yassahçılar” da, alınlarına yapıştırdıkları bu etiketle tarihe geçtikleriyle kalırlar!

Tarihin “yassahçılar” sayfasında RTÜK’ün ayrıcalıklı bir yeri olacak. O “yassah” demekle kalmıyor, akla zarar “yassah”larına da sadece muhaliflere özel cezalarla tüy dikiyor!

Arkadaşları öldürülen doktorların haberini yapmak yassah! (F. Bildirici konulan yasakla dayanak yapılan mahkeme kararının hiç ilgisi olmadığını yazmıştı.) Ana muhalefet liderinin açıklamasını yayınlamak yassah!

“Sayın” da “yassah”! “Yassah” olmalı ki, HDP milletvekili Halk TV’de bir programda Öcalan’a “Sayın” dedi diye o programın yayınlanması 3 kez “yassah”. Para cezaları da “yassah”lara dikilen tüy!

Basın İlan Kurumu (BİK) da aynı yolda… Gazetecilik örgütlerinin ifadesiyle “tüm yazılı ve dijital medyanın RTÜK’ü olmaya hazırlanıyor.” 1994 tarihli Basın Ahlak Esasları’nı ortadan kaldırıp içini “terör örgütleri, bunların üyeleri ve olaylar hakkında bilgi ve görsel verilmesi”, “aile yapısını bozmaya yönelik yayınlar”, “Türk toplumunun milli ve manevi değerlerini korumak” gibi keyfe keder yorumlanabilecek muğlak hükümlerle doldurarak “otoritenin” hazzetmeyeceği her şeyi yasaklamanın yolunu açtılar.

Gazeteciliğin etrafına yüksek duvarlar ve dikenli teller örülür, kuralları ve kurumları olmayan bir sistem “yassah”lar temelinde tahkim edilirken, bizim meslekte de “utanç” kaybı yaşanıyor!

İlk baskısı 1998’de yapılan Utanıyorum ama gazeteciyim kitabım için konuştuğum 150 kadar gazetecinin neredeyse tümü görüşmenin bir yerinde yaptığı bazı şeylerden utandığını söylemişti.

O utanç kıymetliydi, düzelme ümidimizdi. Kalmadı artık! Birazcık olsaydı, defalarca “Sayın” demiş selvi boylu gazeteciler de eleştirirdi bu “yassah”ları.

Ama hayır; onlara da iktidarı eleştirmek “yassah”!

Not: Yasakların ve et yiyebilmek için Kurban’ı bekleyenlerin olmadığı bir memleket dileğiyle, bayramınızı kutluyorum!