Daha önceleri epey bir süre birlikte çalıştığımız bir arkadaşıma kısa sürelik geçici bir görevde çalışırken rast geldim. Gene aynı yerde çalışıyorduk, eskisi gibi… Hesapladık, ayrılalı tam on altı yıl olmuş. Orda burada karşılaşmıştık tabii ama oturup da bir muhabbet etmek nasip olmamıştı. Buna çok şaşırdık. Aynı yerde çoğunu eskiden tanıdığım başkaları da görevliydi. Hepsini gördüğüme çok sevinmiştim.

Aslında eski arkadaşları, eskilerin güzel deyişiyle rû-be-rû yani yüzyüze görmekti beni mutlu eden. Çünkü hep birlikte evlere tıkıldığımız, işyerlerinin bir süreliğine kapandığı dönemin daraltısını akla gelen-gelmeyen her türlü işi üstlenerek neredeyse sıfıra indirsem de, içimde hep bir boşluk hissediyordum. Ama dışarı çıkan arkadaşların anlattıklarına bakılırsa ‘dışarı’nın da pek matah bir hâli yoktu. Mekânlar ya bomboştu, ya da sosyal mesafeyi tamamen boşlamış durumdaydılar. Sonuç olarak dışarısı bizim derdimize deva değildi. Zaten evlat mezalimi yüzünden dışarı da pek çıkamıyorduk. Doktor kontrollerimi hiç aksatmayan kızım bile, beni “Amerikan”a götürmek istemediğini açık açık söylüyordu.

İşte o sıralar, bir çeviri iki yazı arasında en çok neyin eksikliğini hissettiğimi nihayet çözdüm. Kahvehanelerde, kafelerde dostlarla oturup sohbet etmeyi özlüyordum. Ama bir-iki kez arabayla geçerken gördüğüm kadarıyla o kafeler de artık benim hatırladığım yerler değildi. Öyleyse ben de evde otururum dedim. Eve gelenleri maske eşliğinde buyur ediyorduk ama ben sokağa çıkmıyordum. Sanırım salgının başından eylül başına kadar dışarı taş çatlasın on kere çıkmışımdır. O gün bugün kızımı da görmüyorum zaten. Öte yandan, bir bahçe katında oturduğumu da itiraf edeyim. Dolayısıyla gerçek bir ‘eve kapanma’ duygusuna kapılmadım hiç.

Ama canlı olan her türlü etkinliği özlüyorum. Gerçi güvenli olan yerlerdeki etkinlikler çok şarta şurta tabi olduğu için kıymetli müzik ve caz festivallerime bile gidemedim ama, izleyiciyle icracının yüz yüze olması sağlıklı bir etkileşim sağlar hep. Çok da iyidir. Müziğin virüsü çektiğini sanmıyorum (Öyle bir iddia okumuştum da). Buna karşılık, canlı müziğin yokluğunun bizi mutsuz ettiğini de biliyorum. Tiyatroda oyun, sinemada film izlememenin de…

Ne var ki Hıfzısıhha emriyle dünden itibaren “açık alanlarda yapılacak konser, gösteri, festival gibi etkinlikler” yasaklandı. Acaba aynı hassasiyet Cuma namazları, asker uğurlamaları gibi ‘ciddi’ faaliyetlerde de gösterilecek mi? Oysa daha salgının başlangıcında, örneğin İtalya’daki kara günlerde küçük bir balkonda bir ya da iki kişinin icra ettiği müziğin, söylenen şarkıların bile ne kadar moral yükselttiğini görmüştük. Bu tür yasakların, hayatlarında benzer sanat etkinlikleri zaten yer almayan, bu nedenle de onların eksikliklerini duymayan kişiler tarafından konuyor olması acıdır.

Demek ki gene elimizde programlar, Intermezzo’da, Marque TV’de, You Tube vb’de ne var diye listeler hazırlayacağız. Filmler için de internetten medet umacağız. Gene de diyorum, ne yaparsak yapalım, dostlardan uzak kalmayalım. Küçük bir bahçemizde büyükçe bir masamız var, bekleriz. Maske refakatinde olması içimizi rahatlatır.

Yukarıda sözü edilen geçici görev gibi şeylerden de mümkün mertebe kaçmayalım ki, eşi-dostu görmek mümkün olsun. Hepsi bir yana, anlıyorum ki ruhumuzun dost sohbetine ihtiyacı var. Hem Ayferciğim, bak benim numaram sende varmış, seninki de bende var. Artık aynı yerde çalışmıyoruz diye kadere rıza göstermenin âlemi yok. Birbirimizi arayalım, o zaman buluşuruz da…