Soçi’nin ardından gözümüzü kulağımızı Ankara’ya dikmiştik. 120 saat doldu, acaba “YPG tam çekilmedi devam” mı denecek, yoksa “çekildi tamam” mı?

Başlıktaki açılama geldi, Türkiye resmen tamam dedi: “Barış Pınarı Harekat alanı dışındaki hudutlarımızın güvenliği ve YPG terör örgütü unsurlarının 30 km dışına çıkarılmasına yönelik esasları da içeren … mutabakat çerçevesinde mevcut harekat alanımız dışında bu aşamada yeni bir harekat icra edilmesine gerek kalmamıştır.

Peki, Resulayn ve Tel Abyad arasındaki 120 km uzunluk ve 30 km derinlikteki Barış Pınarı harekat alanı içinde?

ABD’nin, yazılı olarak da, “PKK/YPG’nin bölgeden çekilmesinin tamamlandığını bildirdiği” açıklanınca, o alan içinde de silahların sustuğunu anlamış olduk.

İyi oldu!

Kim kazandı-kim kaybetti tartışmasının ötesinde ve tüm diğer değerlendirmelerden bağımsız olarak; daha fazla insan ölmeyeceği, evladı askerde olanlar kabuslar görmeyeceği, sınırın iki yanında da ocaklar sönmeyeceği, insanların yine yerlerinden olmayacağı için, imzalanan anlaşmaların yol açtığı yeni durum iyi ve sevindiricidir.

Gelinen noktada; Türkiye’nin Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatlarıyla Suriye’de tuttuğu alanlarda kalması, YPG/PYD güçlerini sınırın 30 km altına kaydırılması, ABD, Rusya ve Şam tarafından kabul edilmiş oldu. Batı’dan Doğu’ya genel olarak 10 km derinlikte bir alanda, Rusya ile birlikte devriye gezmesi de kabul edildi.

Suriye krizinin bizi de yara bere içinde bırakan 8 yılının sonunda geldiğimiz noktayı şöyle özetleyebiliriz: Esad tekrar sınır boyuna yerleşti, Rusya hiç olmadığı kadar güçlendi, krizin başlangıcında aklımıza getirmediğimiz Adana anlaşmasını konuşur olduk ki bu ne derseniz deyin Esad’la konuşmaya başlamak demek. YPG/PYD zayıfladı ve artık eskisi gibi sınırda olmayacak! Suriye’nin toprak bütünlüğüne ve bölge “güvenli” hale geldiğinde oradan ayrılacağımıza dair de güvenceler verdik.

Türkiye son dönemde ilan ettiği hedeflerin çoğunu elde etti, güvenli bölgede kurulacak yeni yerleşim alanlarına Suriyelilerin yerleştirilmesi hedefinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini ise zamanla göreceğiz.

Silahlar konuşurken başka hiçbir ses duyulmadığı için de gelinen nokta iyidir. Şimdi konuşmak, diplomasi, tartışma daha mümkün hale gelecek.

İktidar ve muhalefet partilerinin çoğu, son dönemde sık sık tekrarlanan hedeflerin gerçekleştiğini ileri sürerek bir zaferden söz edecek.

Zafer”in geleceğe dönük epey belirsizlikler içermesini bir yana bıraksak da, iktidarın Suriye krizinin başlangıcındaki hedefleri zaferden farklı bir tablo ortaya çıkıyor ve şimdi o ilk hedeflerin hatırlaması hiç istenmiyor.

Türkiye, krizin başlangıcında asıl olarak Esad’ı hedef almış ve orada bir rejim değişikliği hedeflediğini de “İnşallah en kısa zamanda Şam’a gidecek, oradaki kardeşlerimizle muhabbetle kucaklaşacağız. O gün de yakın. İnşallah Selahaddin Eyyubi’nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camisi’nde namazımızı da kılacağız.”, sözleriyle açık etmişti.

Sınır boyumuzda bugün gelenin nokta, bu sözlerin edilmeye başlandığı dönemdeki noktadır: Esad yeniden sınırda, YPG o günlerdeki konumuna geriledi, Emevi Camii’nde namazdan da çoktan vazgeçtik!

Ve bu arada bedeller ödendi. İnsanlar öldü, 4 milyon sığınmacımız oldu, sığınmacılar için 40 milyar dolar (?) harcadık, Afganistan’da mücahitlerin durumunda olduğu gibi yarın eğitip besleyenler için de sorun olabilecek bir güç oluşturduk…

Bedeller listesini uzatmak mümkün. Ancak, bugünkü “zafer”, büyük ölçüde 8 yıl önceki durumun benzeriyse, bu aradaki bedelleri neden ödedik diye sormayacak mıyız?