Yerli ve milli dünya savaşları

Öyle bir başkan düşünün ki, asıl ortalığı kızıştıran tarafı temsil etmesine rağmen televizyona çıkıp milyonlarca insana ülkelerinin çok ciddi bir saldırı tehdidi altında olduğunu, buna karşı mümkün olduğunca silahlanmak gerektiğini söylesin.

23 Mart 1983’te yayımlanan ‘ulusa sesleniş’ konuşmasında kovboy başkan Ronald Reagan’ın yaptığı tam olarak buydu. ABD ve SSCB ordularının güçlerini grafiklerle karşılaştırıyor, ‘özgürlüğümüz’ ifadesini defalarca kullanarak Yıldız Savaşları projesini anlatıyordu (29 dakikalık bu acayip seslenişi youtube’da izleyebilirsiniz).

Arnold Schwarzenegger’ın inanılmaz derecede kötü oyunculuğunu görebileceğiniz en iyi örneklerden olan Predator (1987) işte bu politik zihniyetin ürünüydü. Sadece oyunculuk açısından değil, karakter tasarımı ve diyalog yazımı açısından da berbat bir film olmasına rağmen büyük başarı elde etmesi de bundandır. Filmin hikayesi, dünyayı algılayış biçimi Ronald Reagan’ın Amerikan sağcılığının zirvesindeki Soğuk Savaş politikaları tarafından belirlenen izleyici kitleyi anında büyüsü altına alacak şekilde tasarlanmıştı: ABD ordusu için dünyanın dört bir yanında ‘kurtarma’ operasyonları düzenleyen harika asker Dutch, bu sefer CIA’in desteklediği yerel politikacıları gerillalardan kurtarmak için ekibiyle birlikte Güney Amerika ormanlarına dalar. Ama bölgeye düşen korkunç bir uzaylının müdahalesi sonucu operasyon bir ‘hayatta kalma mücadelesi’ne dönüşür.

ABD istihbaratı ve ordusu ‘arka bahçe’deki gerillalarla uğraşırken çok uzaklardan gelen bu gelişmiş düşmanın Sovyetler Birliği’ne denk düştüğünü söylemeye gerek bile yok. Final sahnesindeki atomik patlama görüntüsü ise, hem Soğuk Savaş’ın 1960lardan itibaren yaşattığı nükleer savaş korkusunun gücünü tazeliyor hem de Reagan’ın ‘Yıldız Savaşları’ projesinin önemini tekrar vurguluyordu.

Bu hafta gösterime giren yeni Predator da tam bir Trump zihniyeti filmi -günümüzün acayip dünyasında ‘Reagan predatoru’nun mirasını sürdüren bir ‘Trump predatoru’nun çıkmaması olanaksızdı zaten.

Yeni filmde, Meksika’da bir istihbarat operasyonuna istemeden müdahil olan uzaylı canavar ve onun aletleri ABD ordusu tarafından ülkeye getiriliyor, böylece Meksika’nın ABD için ne büyük bir tehdit olduğunu hatırlıyoruz. Ama bu sefer dünyayı kurtarma işi ilk filmdeki gibi bir CIA-Pentagon ortaklığıyla değil, paramiliter bir grubun ‘özveri’siyle gerçekleşiyor. Daha kötüsü, sivillere zarar vermekten çekinmeyecek kahramanlarımız var. Bu sırada parçalanmış ailenin bir amaç uğruna bir araya gelmesi ve babadan oğula aktarılan geleneksel Amerikan erkekliği gibi unsurlarla da karşılaşıyoruz. Yani yeni filmde, 1987’de izlediğimiz öykü daha yüksek teknik standartlarda, daha Amerikanlaştırılmış ve ‘Trumpize’ edilmiş biçimde anlatılıyor, o kadar.

Filmi Hollywood yaptı tabii, ama PutinRTETrumpgiller dünyasında Hollywood sinemasının anlatıları artık en az Kurtlar Vadisi filmleri kadar, en az yandaş medya kadar, en az kaçAksaray (İstanbul’da bir semt) kadar yerli ve milli olduğu için sıkıntı yok, göğsümüz kabararak izleyebiliriz...