Son anketlerin sonuçlarından biri, baştan beri AKP’ye destek veren iki kesimin bu desteği çekmesi. Birincisi kentin en dış halkasında oturan sosyal yardımlarla ayakta duran en yoksullar, ikincisi küçük esnaf. Pandemiyle birlikte yoksul milyonlar artık yaşadıklarının sorumlusunun sistem ve iktidar olduğunu biliyor. Bu adaletsiz dünya emek, emekçi, sömürüsü sınıf gibi kavramlar olmadan tarif edilemez.

Yıkarsa AKP’yi emekçiler yıkar

SOL Parti cumartesi günü Bağımsızlık Konferansı düzenledi. Konferansta emperyalizm ve bağımsızlık mücadelesi birçok farklı noktadan el ele alındı. 1960’ların 70’lerin en prestijli iki kavramı emperyalizm ve bağımsızlık, uzun süredir solun gündeminde değildi. Gündeme gelse bile yanlış insanların ellerinde kaldı. Emperyalizm ve bağımsızlığın, enerjiden ekolojiye, ekonomiden dış politikaya kadar uzanan başlıklarda konuşulmaya başlandığında ne kadar da güncel olduğu ortaya çıktı. SOL Parti Başkanlar Kurulu Üyesi Önder İşleyen’in sözleriyle “dondurulmuş bir tarih” değil anlatılan.

Bugünlerde bir anlamda küllerinden doğan bir başka kavram da “sınıf” oldu. Unutulan, yok sayılan çok da ilgi gösterilmeyen sınıf vurgusu, derinleşen ve bir anlamda kalıcılaşan yoksullukla birlikte yeniden gündeme gelmeye başladı.


TÜM ANKETLER ‘SINIF’ DİYOR

Son dört ay içerisinde yapılan tüm anketler, iki değişmez sonuç gösterdi. Birincisi derinleşen ve yaygınlaşan bir yoksullaşmanın yaşandığı. İkincisi de kuşkusuz birincisinden bağımsız olmayan şekilde AKP’nin kan kaybının durdurulamadığı. Oy oranı yüzde 30’ların altına inen AKP için daha da vahim olan şey, kaybettiği tabanın kimliği. Neredeyse kuruluşundan bu yana AKP ve Erdoğan’ı destekleyen iki toplumsal kesim vardı. Birincisi kentin en dış halkasında oturan çoğunluğu gündelik işlerde çalışmak zorunda bırakılan ve sosyal yardımlarla ayakta duran toplumun en yoksulları. İkincisi ise daha çok aile işletmesi ya da en fazla iki kişi çalıştıran küçük esnaf, AKP’ye tam destek verdi. Bugüne kadar ne olursa olsun desteklerini çekmeyen bu iki kesimde ciddi çözülme yaşanıyor. AKP’yi terk etmiş durumdalar. Gazetemizden Tuna Koç’un geçen hafta yaptığı değerlendirmede bu kesimlerin AKP’yi terk etmesine rağmen başka bir siyasal oluşuma dahil olmadıkları da görülüyor. Yoksullar akacak kanal arıyor.

TOPLUMUN ANA EKSENİ YOKSULLUK OLUNCA

Liberal dünyanın en sevdiği şeydir kimliklerle toplumu tanımlamak. Kürt-Türk, seküler-muhafazakâr gibi. Yine kamuoyu araştırmalarına dönersek burada da durumun değiştiğini görüyoruz. “Türkiye’nin temel sorunu nedir” sorusuna tüm anketlerde, çok uzun süredir açık ara önde “Yoksulluk” yanıtı veriliyor. Hem de öyle küçük bir azınlığın sorunu değil, neredeyse ülkenin üçte ikisinin ana sorun olan bir mesele. Bu tabana zenginlik ve zenginler hakkında sorulan sorulara verilen yanıtlar da bir yıl öncesinden farklılık gösteriyor. Yurttaşların çok önemli bölümüne göre yoksullaşmalarının nedeni, iktidar ve haksız kazanç elde edenler. Bu sonuçlara bakan iktidar da doğal olarak pudra şekeri ya da 128 milyar dolar konuşulunca hop oturup hop kalkıyor.

Türkiye yaklaşık 5 yıldır ekonomik sıkıntı içinde. Önce işsizlik, dövizde yaşanan dalgalanma gibi başlılarla tartışılan konuya daha sonra adı konularak ekonomik kriz denildi. Yaklaşık iki yıldır da iktisatçılar ülkenin içinde bulunduğu durumu ekonomik buhran olarak tanımlıyor. Duran çarklar, hayat pahalılığı, düşen ücretler, her eve ulaşan işsizlik yoksulluğu tabana yaydı.

Yine kamuoyu yoklamalarına göre kendisini yoksul ya da orta gelirin altında görenlerin sayısı bir yıl içinde yüzde 25 dolayında arttı. Yani bir yıl içerisinde toplumun önemli bir bölümü deyim yerindeyse kendini alt lige düşmüş görüyor. Gerçeklik de bu.

ARTIK HAYALİ KURULAN BİR GELECEK KALMADI

Bu dönemin ayırt edici bir başka yönü de kalıcılaşmış bir yoksulluğun oluşması. Sınıf atlamak ya da birkaç yıl içinde toparlamak gibi konular aile içinde konuşulmuyor bile. Hayatta kalmak, evin en temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek tek uğraş haline gelmiş durumda. Eğitimde artan eşitsizlik yoksul öğrenciler için iyi bir üniversiteyi, iyi bir işi imkânsız hale getirdi. Yine geçen hafta gazetemizde hazırladığımız bir haberde anlatıldığı gibi 15-19 yaş aralığında bir milyona yakın genç ne istihdamın ne de eğitimin parçası. Bir anlamıyla yoklar. Milyonlar, umutları tüketen, bıktırıcı ve yorucu bir hayata daha çocuk yaşlarda başlıyor. İster Kürt ister muhafazakâr ya da başka bir kimlikle kendilerini ifade etsinler bu sistem böyle devam ettikçe içerisinde kendilerine biçilen rolün farkına vardılar.

Bu durum bugüne kadar kendilerini bir miktar ayrıcalıklı gören yoksul AKP’liler için de geçerli. Pasta küçüldü, zenginlik ve kaynaklar artık çok daha dar bir grup AKP’li tarafından paylaşılıyor. Doğal olarak da orada tüketiliyor. Aşağıya, yoksul semtlere uğrayan bir bölüşümden bahsedemeyiz. Tıpkı pandemi gibi açlık da hiçbir parti ayrımı yapmadan yoksul semtlere dadanmış durumda.

EMEKÇİYİ GÖRMEYEN SİYASET OLMAZ

Bu fotoğraf her geçen gün daha da netleşiyor. Toplum ikiye bölünmüş durumda. Sağlığından, geleceğinden, kazancından, işinden, aşından endişe edenler bunları kaybedenler bir tarafta kümelenmiş durumda. Diğer tarafta ise ülke nüfusu içinde yüzde 2’lik bir kesime denk elen AKP’li elitler var. Özellikle yüzde 98’in en dibinde olan yüzde 20’si bu süreçte temel belirleyen olacak. Sayıları her geçen gün artan bu topluluk sadece solun literatüründe kendine yer bulan emekçi halk kesimleridir. Pandemi çok hızlı bir şekilde ve en yalın haliyle yaşanan büyük adaletsizliği gün yüzüne çıkardı. Bu adaletsiz dünya emek, emekçi, sömürü, sınıf gibi kavramlar olmadan tarif edilemez.

Pandemi, AKP ve Erdoğan karşıtlığının görünmez kıldığı birçok şeyi de açığa çıkardı. Yoksul milyonlar artık yaşadıklarının sorumlusunun sistem ve iktidar olduğunu biliyor. Ama bir başka şeyi de biliyor. Sistem değişmeden tek başına iktidar değişiminin de yetmeyeceğini. O yüzden de “biz kimseye oy vermeyeceğiz” diyorlar. Şunu da söylemek lazım ki bu kesimler aynı zamanda Merkez Bankası’nın özerk olup olmamasıyla da ilgilenmiyor. Soru 128 milyarın bir adam tarafından mı da özerk bir yapı tarafından mı sermaye aktarılsın” ise milyonlarca yoksul buna yanıt vermeye tenezzül bile etmez.

***

Albayrak, cami ve ilk fotoğraf

Berat Albayrak aylar sonra nihayet ilk fotoğrafını verdi. Çamlıca Camisi’nden Cuma namazı sırasında haberi olmadan çekilmiş intibası verilen bir fotoğraf çıktı ortaya. Çok açık ki servis edilmiş bir fotoğraf. Aylar sonra, çekilen ilk fotoğraf ramazan ayında ve camide. Tatilde gezmelerde değil, huşu içinde ibadetini yaparken çekilmiş bir fotoğraf. Sonra bayram günü ve ardından her gün yenisi eklenecek. Erdoğan’ın, ailesinin daha doğru bir ifade ile iktidarın elinde kalmış tek propaganda argümanı din-bayrak olunca Berat Albayrak’a da yapacak çok fazla şey kalmıyor. Ama tüm yaşananlardan sonra bu fotoğrafın çok iyi bir halkla ilişkiler örneği olduğunu söylemek mümkün değil.

***

Soylu yalnız mı bırakılıyor?

Son günlerin en popüler bakanı hiç kuşku yok ki Süleyman Soylu. Tüm tartışmalı kararlarda onun imzası var. Her meselede açıklama yapmadan da geri durmuyor. Ama dikkat çeken bir başka gelişme var ki o da Soylu için çok hayırlı değil. Bakanlığının genelgeleri ve kendisinin açıklamalarıyla ilgili partisinden ve kabineden olumlu ya da olumsuz tek bir değerlendirme gelmiyor. Adeta arkadaşları için görünmez oldu. Böyle düşünen sadece biz de değiliz. AKP çevresinden bir iki kişiyle yaptığımız görüşmede kullanılan ifade ilginç “Başarısızlık biriktiriyor ve buna yol veriliyor”. Anladığımız kadarıyla Soylu’nun AKP ve kabinede çok seveni yok. Olanlar da yavaş yavaş gönderiliyor. Başarılı bir bakanı görevden almaktansa attığı her adımda sorun yaratan birinden vazgeçmek daha kolay. Erdoğan ve AKP’nin yaptığı biraz da bu sanırım.