Bu hafta neredeyse otuz yıllık bir film, ticari gösterime giriyor. Bir Jim Jarmusch filmi, Jarmusch’nun yönettiği ve Masatoshi Nagase, Youki Kudoh, eşsiz Screamin Jay Hawkins, Spike Lee’nin kardeşi Cinque Lee, doğuştan Jarmusch oyuncusu Steve Buscemi ile Clash’in kurucularından Joe Strummer’ın oynadıkları “Gizem Treni / Myştery Train”10 Ağustos’ta, Filmarti dağıtımıyla Filmarti Film tarafından gösterime çıkarılıyor. Ne kadar sevindirici! Özellikle Jim Jarmusch’u sadece son iki filminden ibaret sananlar ve merak ettikleri filmler ile sevdikleri yönetmenleri sadece festivallerde izleyenler için.

Filmin Memphis’te geçen üç ayrı hikâyesi var ama Jim Jarmusch’a mahsus bir sihirle birbirlerine bağlanıyorlar. “Far from Yokohama / Yokohama’dan Uzakta” adlı ilk bölümün kahramanları, iki genç Japon turist: neredeyse hiç İngilizce bilmeyen ve Carl Perkins hayranı, yüzünden zerrece duygu okunmayan Jun (Masatoshi Nagase) ile Kral Elvis’e hayran, neşeli, biraz İngilizce paralayan Mitsuko (Masatoshi Nagase). Bavullarını bir sopaya geçirmiş, harap Memphis’te dolaşıyorlar. Ta ki doğru oteli, Arcade Hotel’i bulana kadar. Her şeyi bilen Gece Kâtibi (Screamin’ Jay Hawkins) ile her şeyi ilk kez gören Cinque Lee de burada. Radyo DJ’I olarak Tom Waits ve filmin özgün müziklerinde imzası olan John Laurie de Jarmusch’un hediyeleri. Ayrıca, Radyo DRJ’i olarak Tom Waits ve filmin özgün müziklerinde imzası olan John Lurie. Şarkılar ise tamamen Memphis’in çocuklarına ait: Elvis Presley, Otis Redding, Junior Parker ve Roy Orbison.

İkinci bölüm “Ghost/Hayalet”in kahramanları, kocasının cenazesini Roma’ya götürmesi ve ertesi gün kalkacak uçağa binmesi gereken İtalyan bir kadın (Nicoletta Braschi) ve onu odasını kendisiyle paylaşmaya razı eden Amerikalı Dee-Dee (Elizabeth Bracco). Üçüncü bölümde ise “Lost in Space/Uzayın Derinliklerinde” ise bir amatör soyguncu triosu var: Joe Strummer, Rick Aviles, Steve Buscemi. Onlar ortaya çıkınca odanın konuğunun aslında Buscemi’nin kardeşi olduğu da anlaşılıyor. Meşhur Jarmusch kovalamacılarına bir örnek de görüyoruz.

Bu arada, Japonlar halen karar verememiş durumda.

“Carrrle Perrkins,” diyor Nagase.

“Errrvis,” diye cevap veriyor Kudoh.

Eh, ne de olsa film, adını Elvis Presley’in bir şarkısından alıyor.

Jim Jarmusch’un siyah/beyaz Altın Kamera’lı ilk filmi “Stranger than Paradise / Cennetten de Garip”i Festival’de görmüştük. Sonra da üç hapishane kaçağını ınlatan “Down by Law’yu.

Jim Jarmusch otuz yılı aşkın süredir bize çok sıradan ama aynı zamanda sıradışı karakterlerin hikâyelerini anlatır. Gerçi dört yıl aradan sonra sinemaya nefis bir vampir aşkı filmiyle dönen birinden söz ediyoruz ama, belki de “Only Lovers Left Alive / Sadece Aşıklar Hayatta Kalır”ın baş karakterleri Adam ve Eve (yani, Adem ile Havva) de olağan vampirlerdi sadece.

Bir hikmeti yokmuş gibi görünen ama belki de bu sayede dikkatimizi çeken konuşmalar, uzun suskunluklar Jarmusch’un özellikleri arasında sayılır. Ama bir önceki ”Paterson”da onun diğer filmlerinde pek rastlanmayan bir sıcaklık, aynı zamanda da bir hüzün vardı. “Broken Flowers”dan bu yana en ilgi çekici karakter çalışması belki de.

Jim Jarmusch 1980’den beri kameranın arkasında, toplam film sayısı ise 11. Kolay şeyleri sevmeyen adamdır. Ona göre film yapmak, daha sonra kurgu odasında film haline getireceğin malzemeyi toplamak demek. Zekâ, içgüdü ve duyguların katkısıyla...