Çiftçi-Sen organizasyonel yapısını yenileme kararı aldı. Benim için oldukça heyecan verici olan bir karar çünkü tarımsal üretimde gelinen nokta ve demokratik örgütlenme biçimleri açısından önemli mesajlar barındırıyor diye düşünüyorum. Bu mesajları kısaca tartışmaya çalışacağım.

Öncelikle değişen tam olarak nedir buna bakmakta fayda var. Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu, 2008 yılında üzüm, tütün, fındık, ayçiçeği, hububat, zeytin ve çay üreticilerinin örgütlendiği yedi sendikanın bir araya gelmesiyle kurulmuştu. Cuma günü basın açıklaması yaparak yedi sendikanın, üreticilerin katılımıyla gerçekleştirilen konferans kararıyla ‘’Çiftçi-Sendikaları’’ olarak tek bir çatı altında toplandığını duyurdular. Bu demek oluyor ki bundan sonra çiftçiler örgütlenmeyi ürün bazında değil, mücadele bazında sürdürecekler.

Yani organizasyonel yapı değişimi derken kastedilen yönetim kurulunun yenilenmesi vb şeyler değil sadece. Ürün bazında sendikalaşma yerine tek bir çatıda birleşme kararırın, Türkiye’deki tarımsal üretime dair bir takım gerçeklere, değişikliklere işaret ettiğini söyleyebiliriz. Bu değişikliklerden başlıcasını elbette piyasa lehine politikalar ve bunların üreticiler üzerindeki etkileri oluşturuyor. Değişen tarım politikaları, tarımsal üretimi ve çiftçilerin bir araya geliş biçimlerini de etkiledi. Bu da sendikanın dönüşümünü zorunlu kılmış gözüküyor.

Özelleştirmeler, ithalat yanlısı düzenlemeler gibi politikalar, yıllar içinde farklı alanlarda üreticileri yalnızlaştırdı. Bazı çiftçilerin başka üretim alanlarına geçmesine sebep oldu. Tütünden zeytine, üzümden başka bir ürüne veya mesleğe geçişler yaşandı. Ayrıca üreticilerin sendikalaşmasının, kooperatifleşmesinin, temel haklar temelinde örgütlenmesinin önüne çeşitli engeller konuldu.

Tüm bunlara ek olarak, kentli kesimler zamanla artan şekilde ekolojik üretime yöneldiler. Kırda ve kentlerde demokratik katılım esaslı yeni tür kooperatifler ortaya çıktı. Bu kooperatifler yalnızca üreticiyi desteklemiyorlar. Tarım alanındaki mücadelelere müdahil oluyorlar. Tarım alanları, neoliberalizme karşı mücadelelerin başlıca mekanı haline geldi. Böylece kent mücadelesi de kır mücadelesi ile bir çok noktada ortaklaştı.

Sonuçta sendikanın 2008’de ortaya koyduğu model, vermekte olduğu mücadeleyi kapsamamaya başladı. Aslında Çiftçi-Sen’in yıllardır Türkiye’deki öncülüğünü yaptığı gıda egemenliği hareketi tam da bu biçim bir modeli savunuyordu. Bu anlamda sendikanın, faaliyetini belirleyen gıda egemenliği ilkelerini ve mücadele yaklaşımını öncelik olarak benimsediğini kendi açıklamalarında da görüyoruz:

“Konferansımız Türkiye tarımında yaşanan tahribatın boyutunu, tarım ve gıdanın şirketlerin denetimine geçtiğini göz önüne alarak yapılması gerekenin şirketlerin gıda sistemi karşısında halkın gıda sistemini inşa edecek, yani gıda egemenliği temelli bir mücadelenin yürütülmesini ve örgütlenmenin de bu mücadeleye uygun hale getirilmesini kararlaştırmıştır. Bu amaçla ürün bazında kurulmuş bütün sendikaların Çiftçi Sen çatısı altında tek bir sendika olarak birleşmesi, farklı ürünleri üreten üreticilerin sendika çatısı altında kürsüler biçiminde örgütlenmesi oy birliğiyle kabul edilmiştir.”

Gıda egemenliği hareketi açısından heyecan verici bir dizi değişikliği ayrıca irdelemek isterim. Örneğin çiftçi olmayan, olmak isteyen, çiftçiliğe ilgi duyanlar ve özellikle de gençler sendikaya fahri üye olarak kabul edilecekler. Böylece gıda egemenliği mücadelesinin, elbette çiftçinin merkezde olması koşuluyla, yaygınlaştırılmasının önü açılmış olacak. Ayrıca, kadın üyelerin yönetimde yer almasının ilkeler arasına eklendiğini de belirtmekte yarar var. Bir diğer önemli adım da, kıyı balıkçıları ve göçerler gibi üretici grupların da çiftçi kavramı içinde ele alınıyor olması. Dahası, tüm bu değişikliklerin kurucu üyeler aracılığıyla yönetime de yansıtılmış durumda.
Özetlemeye çalıştığım bu dönüşümü ileriki yazılarda da ele almaya devam etmek üzere burada bırakıyorum. Yolun açık olsun Çiftçiler Sendikası!