Bütün dillerde de merak karşıtı birkaç söz vardır; “İnsanın başına ne gelirse meraktan” ve “Merak kediyi öldürür” gibi… Yine de merak, asıl olarak olumlu, gelişmenin, yeniliğin ve bilimin temeli olarak görülen bir duygudur.

Ben de merakın öğrenmenin en kolay, en etkili ve masrafsız yolu olduğunu düşünenlerdenim. Hayatı kolaylaştıran tüm teknolojik gelişmelerin temeli merak. “Haset etme ne olur, çalış senin de olur” dilimize pelesenktir ama “Yapamam der durur, merak et senin de olur” da denir!

Yine de, merakın kötücül ve zehirli halleri olduğunu, bilmemenin erdem de olabildiğini unutmamak gerekir.

Kulüp dizisi yazımdan sonra, bir ay içinde bu ikinci tecavüzüm Selçuk’un (Candansayar) uzmanlık alanına. Üstelik bu ikincisi hem sinema hem insan ilişkileri üzerine olduğu için çifte tecavüz! Biliyorsunuz, Selçuk iyi bir sinema yazarı ve de insan ilişkileri (ruh halleri) profesörü.

Benim bu tecavüzlerin kötücül bir yanı yok ama. Tersine, epeydir yazmadığı için adı unutulmasın diye denk geldikçe onu hatırlatıyorum. Dostluk böyle zamanlar için!

Öte yandan, merak dostluğu öldüren, dostu yok eden bir şey olabiliyor.

Selçuk’un da tam 57 saniye rol aldığı, yönetmen Leyla Yılmaz’ın çok merak ettiğim Bilmemek filmini ancak geçen gece izleyebildim ve merakın en güzel dostlukları bile öldürebildiğinin çarpıcı bir örneğini de orada gördüm.

Umut eşcinsel mi?

Evlilikleri çekilmez hale gelmiş ebeveynlerinden annesi Selma liseden arkadaşı avukatla, babası Sinan işinden kovulan sekreteriyle yattı mı?

Dahası, morgda teşhis için gittikleri genç Umut muydu?

Hadi son soru neyse, ama filmi izlerken kendimi kendime diğer soruları sorarken yakaladım. Neyse ki, “Sana ne lan, sana ne!” diye de bağırabildim kendime.

Bana ne, sana ne, ona ne, bize ne, size ne, onlara ne!

Yalnızca birinci dereceden ilişkili insanları ilgilendiren ve bilmemin kimseyi ilerletmeyip hiçbir yenilik yaratmayacak pornografik meraklarımız var ve işte onlar kötücül, onlar zehirli.

Leyla Yılmaz’a ve Bilmemek’e bunu bize son derece çarpıcı bir şekilde hatırlatıp yüzümüze vurduğu için teşekkür borçluyuz.

Belki fazla oldum ama şimdi iyice dalacağım Selçuk’un alanına: “Genellikle olumlu bir özellik olarak görülen merakın, insana acı veren ya da hoş olmayan sonuçlar doğurabilecek şeyler yaptırabildiği”ne dair bir psikiyatrik araştırma makalesi okumuştum. Son derece baskın hale gelen merakın insanları görünürde hiçbir faydası olmayan durumları tercih etmeye de yönelttiğini söylüyordu.

Araştırmacılardan Bowen Ruan; “Merak, Pandora’nın, zararlı içeriği konusunda uyarılmasına rağmen kutuyu açmasına neden olduysa, sizin ve benim gibi insanları da uğursuz sonuçlarını öngörülebildiğimiz bilgileri aramaya itebilir” diyordu.

Bazen hayatlar söndüren dedikoduların arkasında da aylak ve dejenere bir merak yatmaz mı?

Eğer gazete okumazsanız bilgisiz kalırsınız, okursanız yanlış bilgilenirsiniz” demişti ya Denzel Washington, merakın da böyle iki ucu keskin bir hali var işte. İlerletici olduğu gibi yok edici de olabiliyor.

Einstein; “Önemli olan sorgulamayı bırakmamaktır. Merakın kendi varoluş nedeni vardır. Ebediyetin, hayatın, gerçekliğin harikulade yapısının gizemlerini düşündüğünde, insan hayrete düşmeden edemez. İnsan bu gizemi her gün biraz anlamaya çalışsa yeter” derken, merakın varoluş nedenini onun ilerletici gücünde görüyordu. Bir anahtar deliğine gözümüzü dayayıp zaten orada olduğuna inandığımız bir durumu yakalama peşindeki kötücüllükte değil!

Bilmemek değil öğrenmemek ayıptır, ama “Bilmemek” bazen de erdemdir! Ve bunu kavratmak için böyle filmler de gerekir.