Başlığı yazdıktan hemen sonra “Ne zaman kolay oldu ki?” diye düşündüm. Hangi zaman kolay oldu bu memlekette?

Zor zamanlar derken kastettiğim insanlıkla ilişkisi olmayanların, direksiyonu sağa sola kırarak iğne atsan yere düşmeyecek bir caddede olabildiğince çok can almayı mümkün kılan bir ideolojinin dünyayı ne hale getirdiği değil. O da var tabii; BirGün’ün manşetinde söylendiği gibi “İnsanlık düşmanları” dolaşıyor etrafımızda.

Böylesi bir dünyanın en gerilimli coğrafyasında yer alan Türkiye, kendisini kuşatan dış sorunlarla birlikte iç siyaset açısından olağanüstü stresli bir döneme giriyor.

2019’da üç seçim yaşanacak; belediye başkanları, milletvekilleri ve cumhurbaşkanı seçilecek.

Bir rejim değişikliğinin, “yeni Türkiye”nin son taşları bu seçimlerle konacak.

Olağan koşullarda yaşanan her ortalama demokraside seçim sadece seçimdir ve asla bir ölüm kalım savaşı olarak algılanmaz. Seçime müdahale edileceği, hile hurda karıştırılarak sonucun değiştirilebileceği düşünülmez, iktidarın el değiştirmesi herkesin rahatlıkla kabullendiği doğal bir sonuçtur.

Zor zamanlar demem bundan; bizde özellikle 2019 cumhurbaşkanlığı seçimi bir ölüm kalım savaşına dönüştü ve ahalinin önemli bir bölümünde iktidardakilerin koltuğu bırakmamak için her şeyi yapacakları düşüncesi hakim.

AKP ve genel başkanı Erdoğan iktidarın el değiştirmesi olasılığını akıllarına bile getirmek istemiyor, bunu ülke (ve kendileri) için ölümden beter sayıyor. Korkunç olan da bu!

Böylesi bir ruh hali içinde, iktidar bütün sözcüleri ile ana muhalefet liderinin tutuklanması için bile kampanya yürütebiliyor.

Devletin bütün kurumları, birbirlerinden kesin ve kalın çizgilerle ayrılmış olması gereken kuvvetler (yasama, yargı) yürütmenin başı cumhurbaşkanının ağzının içine bakıyorlar.

2019 hem iktidar hem de muhalefet için o kadar “yaşamsal” hale geldi ki, sadece bir seçimler yılı değil. Erdoğan, o nedenle “metal yorgunluğu” gerekçesiyle partisini e1den geçirip seçimlere koşturmak için çabalıyor. Bütün metallerde yorgunluk var ama en çok çalışan metalde yorgunluk yok; o işleyen demir gibi ışıldıyor!

Gerçi o parıltıya düşen gölgeler de yok değil. Etrafa “boykot edilecek Yahudi malları listesi” gönderip kampanyaya katılım sağlamaya çalışan samimi Müslümanlar var tanığım. Bir gönderdikleri listenin “İçecekler” başlığı altındaki ilk kalem Coca Cola’ya bakıyorlar, bir de onlar boykot için uğraşırken fabrikasını açan Erdoğan’a. Galiba kafalar karışıyor!

2019’a giderken, iktidar Almanya, AB, ABD ve Suriye üzerinden gelen dış baskılarla sıkıştıkça, içeriyi daha da sıkıştıracak. Kılıçdaroğlu’nun tutuklanabilmesinin düşünülmesi bunun işareti. OHAL çoktan kalıcılaştı!

2019 en kritik eşikse, 2019’a doğru gidilen zor zamanda muhalefet ne yapacak?

Baştan koşullarına, kurallarına itiraz etmeyip katıldığı bir seçimin sonuçlarına mı itiraz edecek? Binali Yıldırım OHAL koşullarında seçim olmaz demiş ama sonra oldurmuştu! Muhalefet yine OHAL koşullarında seçimi kabul edecek mi?

Milletvekillerinin ve parti başkanları cezaevindeyken, en azından toplumun yarısının güvenini yitirmiş bir YSK’nin “güvencesi”nde, siyasal partilere adil söz hakkı tanıması yasal zorunluluk olan TRT’nin yalnızca iktidarı konuşturduğu bir propaganda ortamında seçimi kabul edecek mi?

Ya da 2019’a gidilen zor zamanda OHAL’in ve bütün bu hallerin ortadan kalkması için mücadele edecek mi?

Sonunda bir seçime gidilecekse eğer, öncelikle onun güvenilir bir seçim olması garanti altına alınmalı.

Muhalefet açısından ikinci öncelik isimler değil, ilkeler!

İlkelerde anlaşıldıktan sonra; toplumsal kutuplaşmayı ortadan kaldırıp bir arada yaşama kültürünü geliştirecek; kuvvetler ayrılığına ve ifade özgürlüğüne saygılı; eski hastalıklarından arınmış, hukukundan ve adaletinden kuşku duyulmayan bir demokratik parlamenter sisteme dönüş için çalışacak isimler nasılsa bulunur.