O kadar çok zulüm, işkence ve cezaevi ile anılan bir ülkeyiz ki, yazık… Hangi nesil bunlardan daha fazla nasibini aldı diye sormak mümkün de, nasibini almayan bir nesil yok işte.

Gelecek nesillerin nasibinde olmaması da bize bağlı epeyce, bizim mücadelemize, zulme karşı çıkmamıza!

Bu yazının yazıldığı dün, 8 Ekim 1978 tarihinde gerçekleştirilen Bahçelievler Katliamı’nın 43’üncü yıldönümüydü, yarın da Ankara Gar Katliamı’nın 6’ncı yıldönümünde, bazı illerde faşistlerin katlettiği o 7 TİP’li genç de anılacak.

IŞİD üyesi iki canlı bombanın kendilerini patlatarak, barış için, ülkenin içine sürüklendiği şiddet ve korku iklimine karşı çıkmak için bir araya gelen 103 insanı katledip 600 kadarını yaraladığı saldırı, ölümün bana da Afganistan’dan sonra en fazla yaklaştığı ikinci olaydı.

7 Haziran 2015 seçimlerinde çoğunluğu kaybeden AKP, o saldırı(lar) ardından gelen seçimde yine istediği sonucu aldı, “Saldırıdan sonra oylarımız yükseldi” diyenler oldu ve “kokteyl örgüt” açıklamalarıyla bulandırılan ortamda katliamda sorumluluğu bulunanlar yargılan(a)madan bugünlere gelindi.

Gül Büyükbeşe ve Sibel Tekin, Diyarbakır-Suruç-Ankara katliamlarını irdeledikleri Ölüm Ne Yana Düşer Usta kitaplarında, gelecek nesillerin payına daha fazla zulüm düşmesin diye, katliamları gerçekleştiren örgütsel yapıya ışık tutmuşlar.

Şimdi, tam da önümüzdeki seçimi AKP’nin kaybedeceğine dair veriler peş peşe gelir ve bugüne kadar o gemide seyredenler gemiden atlama alıştırmaları yaparken, “Ölüm ne yana düşer?” sorusu çok daha şiddetli hissettiriyor kendini.

Hele de, ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu çoğu insanın kafasındaki bir endişeyi dillendirerek; “Erdoğan gerilimi doruk noktasına çıkarıp seçime gitmek ister. Bu gerilimden olabildiğince uzak durmamız lazım. … Eğer iş belli grupların ellerine silah alıp belli kişileri öldürme yoluna gitmezlerse bir gerilim olmaz. … Siyasi cinayetler... Böyle kaygılarım var”, diyorsa!

4 Kasım 2016’dan beri Edirne F Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutulan Selahattin Demirtaş, eşi televizyona çıkarıldı da bir şeyler söyledi diye kaynatılan iğrenç kötülük kazanı karşısında; “Dün akşam ekranlarda ailemi hedef haline getiren linç güruhları iyi bilsin ki, ailemin tek bir ferdinin saç teline zarar gelirse sorumlusu sizsiniz” demek zorunda hissediyorsa kendini!

Ortalama standardı yakalamış bir demokraside Kılıçdaroğlu ve Demirtaş’ın daha fazla zulme işaret eden bu sözlerinden daha irkiltici bir uyarı olamaz!

Zulüm öyle bir sözcük ki; sadece baskı, şiddet, acımasızlık, kötülük demek yetmiyor. Zulüm, bütün bunları bir güçlünün bir güçsüze yasaya ve vicdana karşı uygulaması oluyor.

Yasaya ve vicdana aykırı olarak birini bir gün bile cezaevinde tutmak zulüm, misal!

1000 gün bin kere zulüm! Bu yazı yazılırken, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararı hiçe sayılarak serbest bırakılmayan ve yine yargıç karşısına çıkarılan Osman Kavala için 1438 kere zulümdü! Keşke şimdi siz okurken 1439 olmasa!

2019’da İrfan Aktan’ın röportajı için ilettiğim cezaevinin yaşamını nasıl etkilediğine dair sorumu “46 yıllık ömrümde, dünyamın bu kadar genişlediği başka bir dönemim olmadı. Çıkınca dünya bana dar gelecek diye korkuyorum”, diye yanıtlamıştı Demirtaş.

İyi insanlar içeriden iyilik biriktirerek çıkarlar, kötüler de kötülük! Demirtaş da Kavala da, yasaya ve vicdana aykırı olarak içeride tutulan bütün diğer insanlar gibi, biriktirdikleriyle çıkacaklar bir gün. Daha iyi bir dünya mücadelelerini daha güçlü sürdürecekler.

Ve Anadolu bilgeliğinin zalimlere söylediği “Zulmün artsın ki tez zeval bulasın”ın hükmü yürüyecek!