Takvimimiz 1 Mayıs’ı gösterirken, hemen öncesinde AKP’nin yeni anayasa lansmanının bir parçası olarak Meclis Başkanı Kahraman’ın ağzından dökülen “Laiklik yeni anayasada olmamalı” ifadeleri gündemimize oturdu. Tam da günün anlam ve ehemmiyetine denk düşen bu açıklama, kuşkusuz 1 Mayıs’ın güncel tartışmalarını da sınıf mücadelesi açısından doğru yere oturtan bir faktör oldu. AKP’nin piyasacı, neoliberal İslamcı bir toplum inşasına dönük rejiminin panzehirinin laiklik olduğu, gericiliğin inşa edilmeye çalışıldığı her alanda aydınlık için mücadeleye acil ihtiyaç olduğu, neoliberal sömürünün en etkili kanalı olan İslamcı yönetim ve toplum yapısı kaldırılmadan eşitlik ve özgürlüğe bir kapı açılmayacağı şüphesiz şimdi daha anlaşılır hale geldi.
Söz konusu ifadenin Meclis Başkanı Kahraman’ın ağzından rahatça kamuoyu ile paylaşılması, ne Kahraman’ın gafı olarak değerlendirilebilir, ne de sonrasında malum düzeltmelerle geçiştirilebilir. Nitekim bu, İslamcı-neoliberal ideolojisiyle uyumlu politika üretiminde AKP’nin çoğunlukla başvurduğu bir stratejidir. Kamuoyunu yönetme, yoklama, alıştırma gayreti, rejimi güçlendirecek her adımda sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Bugüne kadar Erdoğan’ın tek başına üstlendiği bu ‘salık verme’ işinin Meclis Başkanı’nca üstlenilmesi belki alışılagelmişliğin dışında değerlendirilebilir.

Verili düzene geri dönersek, dış politikada ciddi bir yalnızlaşmaya ekonomik durgunluğun da eklendiği bu süreçte rejimin birçok koldan darbe almaya devam ettiği açık. Bu gerileme ve yalnızlaşma, Türkiye’yi AKP eliyle Arap coğrafyasına yönelttiği gibi, AKP politikalarında da ciddi ve hızlı adımlara neden oluyor. Tarihsel sürece baktığımızda bugün İslamizasyon sürecinin hızlandırılması daha fazla anlam kazanıyor. Şayet 2002’lerdeki Batı ile stratejik ortaklığın merkezinde üretilen politikalar güncel neoliberal dinamiklerin ılımlı İslamcılık temelinde ülkeye yerleşmesi ve Türkiye’nin şeriatla yönetilen ülkelere bu yönüyle model ülke haline getirilmesi iken, bugün Arap coğrafyasının diktatörlük rejimlerinin AKP tarafından örnek alınması, Türkiye’nin Batı diplomatlarınca ‘IŞİD dostu’ olarak anılmasına neden olan AKP politikalarından kaynaklanmaktadır. Bu aynı zamanda bir geçişi, bir gelecek tasarımını işaret etmektedir.

Dolayısıyla bu geçişi de bugünden hesaba katarak bugünün 1 Mayıs’ına ilişkin şöyle bir vurgu yapmak kaçınılmaz hale gelmektedir;

Hukukun yerini fetvaların aldığı, eşit olmayanlar arasında kişisel, cemaat ilişkilerinin bireylerin ekonomik ve toplumsal konumlarında belirleyici olduğu, bağımsız bir iradeye sahip muhalif kesimlerin dışlandığı bir rejimde eşitlikten bahsedebilmek, önce bu yozlaşmış ve karartılmış yapıyı değiştirme iddiasına sahip olmaktan geçecektir.

Aksi takdirde, bu cemaat denkleminden yola çıkarak emekçilerin sınıfsal, siyasi ve iktisadi birikimleri ve değerleri üzerinden sınırsız bir zenginleşmeye sahip olmayı amaçlayan bu rejimin saikleri, kendi kasasında saydıkları kaynakları dilediği kişilere dağıtma olanaklarını da kullanarak, satın aldıkları yandaşlarıyla toplumun geri kalan geniş kitleleri üzerinde daha ağır bir tehdit haline geleceklerdir.

Bir başka deyişle somutlaştırırsak, İslami rantın ve toplumsallaşmasının araçlarından biri olan ve bugün çocuk istismarıyla gündeme gelen Ensar Vakfı gibi vakıf, dernek üyelerinin ‘Hükümet Memuru’, İslami faşizmin kalemşorluğunu yapanların ‘Gazeteci’, elinde palalarla üniversitelere girenlerin ‘Öğrenci’, tek emirle meslektaşlarını fikirleri yüzünden hedef gösterebilenlerin ise onların öğretmenleri olacağı bir gelecek inşa edilmekte. Bunun yanında liyakat ilkesine göre değil yandaşa göre iş ve mevki yaratmanın, işe yerleştirmenin, ücretlendirmenin sadece AKP’yi destekleyen değil, onun toplum tasavvuruna uygun davranış geliştirenlerden seçildiği bir çalışma yaşamının daha da içselleştirilmesi ve bir yaşam biçimi haline getirilmesi söz konusu. Böylesi bir yaşam, ekonomiden siyasete toplumsal yaşamdan gelecek tasarımına tüm dinamikleri antidemokratik bir şekilde halkın elinden alınmış bir yaşamdır. Teslimiyetçi, gelecek ufku olmayan, tüm umutların tükendiği bir yaşamdır.

Dolayısıyla 2016 1 Mayıs’ına sayılı günlerin kaldığı bugünlerde mücadele ve gelecek tartışmalarını, gündelik iş-aş-geçim taleplerinin çok ötesinde, bu taleplere ilişkin tepkileri ve hareketi tecrit eden gerici, islamcı düzenin temellerine dönük geliştirmeye ihtiyaç vardır. Böylesi bir ihtiyaç, sınıf bilincinin önüne geçen her türlü ideolojik tahakküme de yanıt oluşturacağı gibi aynı zamanda kolektif bir yurttaşlık bilincini de din simsarlığı üzerinden genişletilen rant tasarımının, toplumun ve siyasetin tüm kurumlarını kaplayan yozlaşmanın da önünde siper edecektir.