Cumhuriyetin hayal ettiği ortayurttaş yaratılamadı, ne yoksul ne zengin ama hakları ve özgürlükleri kadar sorumlulukları da olan, çocukları devletin okullarında okuyan, ortalama yaşam düzeyinde rejimin de güvencesi olacak olan çekirdek aile azınlıkta kaldı.

100. Yıl Cumhuriyet Alfabesi: Ortadirek

Orta, ortalama, ortayurttaş, ortasınıf, ortakarar, ortahalli, ortadirek... Hepsi de cumhuriyetin öngördüğü, arzuladığı, inşa edip yaratmak istediği “imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış kitle”yi temsil eden kavramlar. Birinde ‘ortasınıf’ geçiyor ama cumhuriyet için sınıfsal temelli bir kavram sayılmaz yine de aksine geneli, çoğunluğu temsil etmesi istenen, düşünülen bir niteleme sayılır. 

Zafer Toprak Cumhuriyet ve Antropoloji’nin (T. İş Bankası Y., 2021) önsözünde “1919 siyasal dönüşümün, 1928 kültür devriminin başlangıcı” diyor. 20 yıllık bir süreç ve ilk 10 yılı laik cumhuriyetin kuruluşu, ikinci 10 yılı ise bilimde, kültürde, sanatta yaşanan derin dönüşümle, cumhuriyetin kendi “Yeni İnsan”ını, yurttaşını inşa etme dönemi. İnşa değil yalnızca, imal etme süreci de sayılmalı, tebaadan yurttaşa, imparatorluktan cumhuriyete geçiş gibi radikal devrimci bir dönüşüm yaşanıyor zira. 

Bu süreç ve dönüşüm/değişime ise cumhuriyetin kurucularının, özellikle de kurucu liderinin felsefesi damgasını vuruyor. Mustafa Kemal’in Fransızca okuduğu kitaplar arasında yer alan iki kitap özellikle: Jean Jacques Rousseau’dan Toplumsal Sözleşme, Emile Durkheim’dan Toplumsal İşbölümü. 

Cumhuriyet imparatorluktan kurtulurken yüzünü Batıya çevirmişti, 19. yüzyıl aslında tüm dünyanın Batıya ayarlı olduğu yıllardır. 1789 Fransız Devrimi, 1848’de Fransa’da başlayıp Kıtaya yayılan, İngiltere’ye de uzanan Sanayi Devrimi, 1871 Paris Komünü, yalnızca Osmanlı İmparatorluğu’nun Selanik vilayetinde yaşayanları değil, aynı zamanda Londra’da yaşayan Rus devrimcilerini de etkileyecek ve Çarlık Rusya’sına karşı 1917 Bolşevik Devrimini gerçekleştirip Sovyetler Birliği’ni kuracaklardır. Almanya’dan Karl Marx, İngiltere’den Friedrich Engels, Londra’da devrimi hazırlayan V. İ. Lenin ve cephelerden cepheye koşup ulusal kurtuluş savaşını yönetirken bir yandan da kafasında cumhuriyet fikrini büyütüp olgunlaştıran Mustafa Kemal. Esinlerini Alman felsefesi ve Fransız Aydınlanma düşüncesinden alıp ülkelerinin alınyazısını değiştiren iki devrimci. 

Böylece cumhuriyetin “siyasal omurga”sını Rousseau’nun “soyut birey”, “ulusal egemenlik” ve “güçler birliği” anlayışı oluşturuyor, bu aynı zamanda “milli irade”nin de tecelli etmesi anlamına geliyor. Sonrasında sosyolojinin babalarından Durkheim’ın “dayanışma” (solidarizm), “sınıfsız toplum” ve “kaynaşmış kitle” tezleriyle birlikte, cumhuriyet ideologları da bizde niye sınıflı toplum olmayacağını/olamayacağını açıklamaya başladılar. Bu Osmanlı’da da sınıf olmadığı teziyle “sağdaki solcu” olarak adlandırılacak olan romancı Kemal Tahir’in görüşleriyle de örtüşüyordu ya da onun devamı da sayılabilir. 

“Sınıfsızlık özlemi” diyelim, genel olarak şu başlıklara dayandırılıyordu: Türkiye’de soylu sınıfı olmamıştır, nüfusun büyük bölümü de üretici olduğu için sınıf oluşmamıştır. David Hume’un görüşleri de devreye giriyor ve cumhuriyet devriminin esaslarından olan halkçılıkla mesleki dayanışma bütünleştirilerek, bizim sınıf ve zümre ayrımı gütmeyen bir “sosyal teşekkül” oluşumu içinde olduğumuz başka bir görüş olarak öne sürülüyordu. Mahmut Esat Bozkurt siyasal, sosyal ve ekonomik açılardan ayrı ayrı sınıf ve zümre kabul etmediklerini belirterek, “Biz tek bir birlik tanıyoruz. Efendisiz ve kölesiz bir birlik tanıyoruz. Bu birlik Türk ulusudur” diyordu. 

Öte yandan Ahmet Hamdi Başar gibi liberal görüşteki yazarlar “sınıfsız toplum” anlayışının günün gerçekleriyle bağdaşmadığını, bunu yazdığı yıl 1931’dir, ama sınıf farklılıklarını azaltmanın ya da önlemenin mümkün olacağını savunuyordu. Tarihçi İsmail Hüsrev Tökin ise “solidarist” (dayanışmacı) görüşü benimsemenin gerekçelerini belirterek bir açıklama getiriyordu “sınıfsız toplum” tezine. Zafer Toprak bunu Atatürk Kurucu Felsefenin Evrimi’nde (T. İş Bankası Y., 2020) şöyle özetliyor: “Milli Mücadele döneminde tüm ulusun beraberlik ve ortak bir bilinçle savaşa katılması gerekmekteydi. Ulusal bağımsızlık ancak organik bir birliktelikle gerçekleştirilebilirdi. Ulusal bağımsızlık ancak tek bir ulusal hayatın geliştirilmesiyle sürdürülebilirdi. Savaş ertesi ulusal kalkınma aynı birlik ve beraberlik duygusuyla yürütülmeliydi” (a.g.y., s. 287). 

Tökin’e göre, ulusun bireyleri arasında kurulacak bir “gönül bağı” manevi birliği oluşturacak, cumhuriyetin imanı da sınıfsız bir toplumda bütünleşerek “milletçe kütleleşmek” olacaktı... 

Lakin cumhuriyet her ne kadar Kemalist yazarlar tarafından “Türkiye demokrasi devrimi” olarak adlandırılsa da Tek Parti döneminden çok partili döneme geçmek kaçınılmazdı. II. Dünya Savaşı sona ermiş, dünya muzaffer devletler ABD ve Sovyetler Birliği tarafından paylaşılmış ve Türkiye de “hür dünya”daki yerini almıştı. Bazılarına göre organik bir birlik oluşturmuş bir ulus devlet olarak kimsenin kimseden üstün ve ayrıcalıklı olmadığı Türkiye, bunu borçlu olduğu cumhuriyetin kurucu partisi de olan tek parti CHP iktidarının sona ermesiyle, dış dünyaya açılırken dışardan gelecek her türlü musibete, zararlı neşriyat ve akımlara, siyasi, ekonomik, toplumsal ve ahlaki tehlikelere karşı açık ve savunmasız bir hale de geliyordu. 

Demokrasi geldi gelmedi, ama devir değişti ve 1950’den sonra Türkiye hem çok partili hem çok sınıflı döneme geçti. 

Bu bir anlamda halktan millete geçmek demekti. Halkçılık kitleyi kaynaştıran bir kavramdı, gerçi bir ara “köylü milletin efendisidir” de denilmişti ama düşlenen, hayal edilen insanın köylü olmadığı da açıktı. Cumhuriyet’in istediği “yeni insan” ne köylü ne burjuva, ne sefil ne aristokrattı, şehirli bir insan inşa etmek istiyordu. Kadın evet evden sokağa çıkmıştı, okuma yazma öğrenmeye başlamış, çalışma yaşamına da atılmıştı ama ideal olan tabloda onun yeri yine de çoğunlukla eviydi. Cumhuriyette de yuvayı yapan dişi kuştu! 

Bir tür “memur cumhuriyeti”ydi istenilen. O zaman memurlar kendilerine bürokrat demiyorlardı zaten, kimse de böyle demiyordu onlara. Köylüler köyde tutulmalıydı, Köy Enstitüleri’nin bir amacı da buydu, eğitmenlerin sayesinde aydınlanacak köylüler tarımı, hayvancılığı “modern usul ve teknikler”le yapacak, toprağını işleyip verimini çoğaltacaktı. Cumhuriyetin memurları ise cumhuriyetle birlikte hem kendilerini hem halkı inşa edeceklerdi. Erkeklerin takım elbise giyip, kravat bağladıkları, şapka taktıkları ve Beykoz’daki fabrikadan alınacak gıcır gıcır iskarpinleriyle “medeni” bir görünüm kazandıkları, kadınların döpiyes, tayyör, ceket etek, pantolon giyip saçlarını özgür bıraktıkları, fazla yüksek olmayan topuklu ayakkabılarını giyip, kocasının koluna girip Bomonti’de bira içmeye gittikleri, kızlı oğlanlı çocuklarını cumhuriyetin idealleri doğrultusunda yetiştirecekleri, “aile hayatı”nın önde olduğu, çağdaş, saygılı, uslu, edep dairesi içinde laik bir yeni hayatın yeni insanları. Din işleri de Diyanet’in sorumluluğunda olacak, zinhar devlet işlerine karıştırılmayacaktı! 

Cumhuriyetin hayal ettiği ortayurttaş yaratılamadı, ne yoksul ne zengin ama hakları ve özgürlükleri kadar sorumlulukları da olan, çocukları devletin okullarında okuyan, ortalama yaşam düzeyinde rejimin de güvencesi olacak olan çekirdek aile azınlıkta kaldı. Belki de hiçbir zaman çoğunlukta değildi ama en azından cumhuriyetin ilk on yıllarındaki hava bunun olacağı yönündeydi. 

O olmayınca olan cumhuriyete oldu! Ortadirek (1960) Yaşar Kemal’in romanı, Fethi Naci’ye göre, okuduğu en güzel roman. Turgut Özal ortadirek kavramını sık kullandı, sözcük yaygınlaştı ama ortadirek seyreldi, türküde söylendiği gibi “ortadirek bel veriyor”du, nihayet yok mertebesine geldi. Onun yokluğuyla yoksulluk iyice arttı, ortadirek yoksul oldu, yoksullar dibe vurdu, zenginler daha zengin oldu, kurulacak gibi olan sosyal devlet de ortadan kayboldu, tipik bir Ortadoğu rejimi ve din devleti olarak kişiye tapınma da sayılabilecek biat anlayışıyla sadaka cumhuriyetinin kuruluşu nerdeyse tamamlandı. 

Bize de “Onuncu Yıl Marşı”nı yüzüncü yıla uyarlayarak sızlanmak kaldı: “Yüz yılda seksen milyon / yoksul yarattık her yaştan!”