100. Yıl Cumhuriyet Alfabesi: Rakı

Cumhuriyet deyince akla ilk gelenlerden biri meyhane değildir elbette, fakat bizim aklımızda nerdeyse biri olmazsa diğeri de olmaz diye kalmıştır, daha doğrusu öyle yer etmiştir. Cumhuriyet olur da meyhanesi olmaz mı, Balıkpazarı’nın sonunda adıyla sanıyla, üstelik Cumhuriyet’i de gazetenin logosuyla yazılı olarak duruyor. Cumhuriyetçileri desem tek başına yanlış anlaşılır, demokratları, daha doğrusu içkiyi haram saymayan herkesi bekliyor diyeyim! 

Cumhuriyet deyince meyhanenin akla gelmesi gibi, rakının akla gelmesi de ilginç değil mi? Zannımca yalnızca bu adda bir meyhane olduğundan değil, bu aynı zamanda Cumhuriyette rakı içilir diye zımni bir anlaşma gereğincedir. Esas olan “adab-ı işret” ile içmektir elbette. Fakat alfabemiz Cumhuriyetimizin birinci yüzyılını temel aldığı ve bu yüzyılın büyük bölümünde rakı “mekruh” sayılmadığı için, bilhassa cumhuriyet ve rakı ilişkisine değinmemiz şarttır. Bu arada Cumhuriyetin ikinci yüzyılının ilk günü olan 30 Ekim 2023 tarihi itibariyle, rakı resmî olarak yasak olmamakla beraber, hükümet edenler ve taraftarları için haram bir müskirat olarak görülmekte, zaman zaman da “zıkkımlanmak” fiiliyle cilalanmaktadır. 

Cumhuriyet’in Meyhanesi var, adını taşıyan rakısı yok ama, özellikle rakıdaki Tekel kalktıktan beri pek çok çeşidi var. Doğrusu özelleştirmenin, varsa en sevilecek girişimlerinden biri rakıda marka ve çeşitliliğin artması oldu. Lakin rakıyı bir cumhuriyet icadı gibi görmek göstermek de doğru değil! Bunu özellikle vurguluyorum, Osmanlıcıların nerdeyse bir şeriat imparatorluğu gibi sunmalarına karşın, rakının menbaı cumhuriyet değil imparatorluktur! Üzgünüm! 

Üzgün filan değilim tabii, niye olayım? İslamcılar ve Neo-Osmanlıcılar üzülsün üzülecekse! Çok uzaklara gitmeye de gerek yok, Ahmet Mithat Efendi’yle onu ustası olarak bilen Ahmet Rasim’e bile bakmak yeter bu hususta! Osmanlı’da izinli çalışan gedikli meyhanelerin yanı sıra, ruhsatsız çalışan koltuk meyhanelerinin varlığı da bilinir. Sokak aralarında ayaküstü yudumluk içki satan ayaklı meyhaneler de bir bakıma “tek tekçi” sayılır. 

Rakı savunusunun gereği yok. Rakı Ansiklopedisi’ne (Overteam Y., 2010) bir göz atmak bile Osmanlı’da ne çok yerel rakı üreticisi olduğunu gösterir, üstelik şişeleri de adları da etiketleri de birbirlerinden güzel rakılardır hepsi de, tatları da öyle olmalı!  

Cumhuriyetin ilk yüzyılının kabaca ilk 75 yılına ve son 25 yılına damgasını vuran “yerli ve milli” tartışmasının taraflarından biri de elbette rakı oldu. Tamam şarap, bira votka ve diğer içkiler de, 2000’lerin başından beri memlekette “tu kaka” edilen, dinimizce haram sayılan müskirattan ama, rakının yeri başka! Kimi cingöz mü demeli yoksa ehlikeyf olduklarına mı yormalı bilmiyorum ama bazı “iç bade sev güzel”cilerin dediği “Kur’an’da yasak diye geçen şaraptır, rakı değil!” yorumlarına kendilerinden başka kimsenin itibar etmedikleri de bir gerçek.  

İçenlerin de içmeyenlerin de üzerinde bir “değer” olarak anlaştıkları husus, rakının “milli içki”miz olduğuydu. Daha çok da “aslansütü” olarak anılan rakı bizdendi, yerliydi, “günahı boynuma”, protokol icabı da olsa bir yudum, bir kadeh, bir tek içilirdi. Cumhuriyetin tekelindeydi, sayelerinde yıllarca zehir gibi rakılar da içtik, o yıllarda Hatay’da boğma rakıyı keşfettik, ev yapımı rakıydı, kimbilir kaç kez imbikten geçirilip de bu tada ulaşmıştı. 

Rakı sadece bir içki değildi, aynı zamanda kültürün de bir parçasıydı, üstelik en keyifli, en “nadide” parçalarından biri. Ve kurucu liderin de en çok sevdiği, en çok içtiği içkiydi rakı. Şimdi fotoğraflardan eldeki sigara siliniyor, filmlerde içki kadehleri buzlanıyor ama şarkının dediğine de kulak vermek lazım: “Silemezler gönlümden ne aşkını ne seni”.  

Tabii yalnızca şarkılar değil marşlar da var ama şimdi rakıyı onlarla beraber anmak zülfüyâre dokunmak da sayılabilir, o nedenle “dokunuyor” diyerek fazla dokunmadan “başka bir aşk istemez...” diye mırıldanmakla yetinelim. 

Eskiden “milli” içki denirdi rakı için, cumhuriyetin ikinci yüzyılına yalnızca “milli” değil, “yerli” olarak da girdiğimiz dikkate alınırsa, rakıya kılıf, içmeye de bahane bulmak sayılmasın ama, rakı kadar “yerli ve milli” pek az şey olduğunu da söylemek boynumuzun borcudur. “Yerli” diyenler elbette yalnızca bu topraklarda yaşayanlardan söz etmiyorlar, daha çok “yerli düşünce”den söz ediyorlar ki o da “ümmet”le paylaşılan “İslami düşünce”den başka bir şey değildir. 

Bizim yerlilikten anladığımız bu değil elbette, rakının haritasına, dolaşımına bakmak bile Ortadoğu’da başka bir yerliliğin mümkün olduğunu gösterir. Balkanların “rakija”sı başkadır, serttir, su katılmaz. Ortadoğu’daki Arak ile Türkiye’deki Rakı ise aynı şeydir, ikisi de “aslansütü” olarak keyifle içilir, her yerde içilir, en çok meyhanede içilmesi münasip iken, cumhuriyeti “müdafaa ve muhafaza vazifesi”ni yanlış anlayıp, daha doğrusu kendi düşüncelerine ve emellerine uygun biçimde yorumlayanlar tarafından, cumhuriyeti muhafazakâr bir hale dönüştürmek isteyenlerin gayretleriyle bu nerdeyse olanaksız olmuştur. 

Diyeceğim rakı milliyse milli, yerliyse yerli, üstelik Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geleneksel de, e o halde sizin derdiniz ne kuzum? Toplumun sağlığı şu bu ya da Şükrü Erbaş’ın demesiyle “zıttırı vıttırı”, yani maksat muhabbet olmasın! 

Rakı sofra içkisidir, güneşin sofrasında buluşmayı dileyenlerin, yeryüzü sofrasını genişletmek için çabalayanların yüzlerini güldürecek tanımıyla, “çilingir sofrası”nın içkisidir. “Cemi cümle bir sofrada / muhannetlik kalmayana” diye içilir, demdir, ki cem eder o sofraya oturanları. 

“İki ayyaş”ın kurduğu rivayet edilen cumhuriyet için, vaktiyle şöyle yazdığımı hatırlıyorum, “doğrudur, cumhuriyet ayık kafayla nasıl kurulsun ki?” Bu espriyi de tahmin etmişsinizdir, memleketin bugünkü haline bakıp da “biz bu cumhuriyeti niye kurduk ki?” diye üzülmeleri muhtemel olduğu için yaptım! Ayyaş olmak gerekmez ama 100 yıl önce bu topraklarda cumhuriyet kurmak devrim yapmak demektir ve onun için de biraz serden geçmek, candan geçmek, dünyadan geçmek, ezcümle hayli uçmak, yükselmek gerekir herhalde! 

Rakı, şiire benzer, kederi neş’esinden gelir, Orhan Veli’nin “şairin kederi de neş’esidir” dediği gibi, rakıda kederin neş’esini de yudumlarız. Tam da “Allah başka keder vermesin!” dedikleri haldir ki bu, ol demde şuncağız gam da insan içindir! Öyle ya gamın tadını bilmeyen neş’enin tadını nerden bilsin? 

Zannımca cumhuriyetin ve onun yurttaşlarının, rakı ve içkiye karşı “hamle et ya kâfir!” heyheylenmesiyle girişilen cenklerin, gazaların karşısında söyleyecekleri en hakiki, öyle olduğu için de güzel, Edip Harabi’nin şiirinden Erkan Oğur’un havalandırdığı “Ey Zahit...”in sözleridir: “Ehline helaldir, naehli haram / biz içeriz bize yoktur vebali”.