2014 yılı büyüme verilerini ve ardımızda bıraktığımız 2015 yılı ilk çeyreğinin tahmin edilebilir ahvalini masaya yatırdığımızda, ortaya çıkan tablo önümüzdeki ayların epey sıkıntılı geçeceğini gösteriyor.

2014 yılı büyüme verilerinden anladığımız kısaca şu;  özel tüketim harcamalarındaki daralmaya bağlı gerileyen bir iç talep, durma noktasına doğru sürüklenen yatırım ve giderek gerileyen tasarruflar, bunun yanında mevcut bu düşük büyümeye kaynaklık eden sanayideki durgunluk ve döviz kurundaki yükselişle birlikte AKP için çare olmaktan giderek uzaklaşan inşaat.

Yaratılan yüzde 2,9’luk büyümenin kaynağına bakıldığında kamu tüketimi harcamaları ve ihracattan başka bir faktör göze çarpmıyor. Seçim dönemi sonrasında şayet 63. Hükümet ekonomide yapısal bir değişimi önüne koymazsa, 2014 yılı pompalanmış kamu harcamalarını-IMF çizgisine ve mali disipline sadık kalarak-yılın son iki çeyreğinde frenlemek zorunda kalacaktır. Diğer taraftan 2015 yılı büyümesi için eldeki en güçlü silah gibi gözüken ihracattaki 2015 yılı ilk çeyrek verileri de bu silahın artık etkisini yitireceğini kanıtlıyor. Zira Türkiye İhracatçılar Meclisi verileri, Mart’ta ihracatın geçen yılın aynı ayına göre yüzde 13,4 gerilediğini ortaya koyuyor.

Kısaca 2015 yılının geleceği, kör bir noktaya doğru ilerliyor. 2001 yılından itibaren düşen tasarruf oranları ve son dönemlerde ciddi bir daralma yaşayan iç talep sonucu tüketim ve yatırımlarda oluşan açığı telafi etme arayışı, ekonominin dış tasarruflara giderek daha da bağımlı hale gelmesine yol açacaktır. AKP iktidara geldiğinden bu yana zaten dış tasarruflara dayalı bir model izlese de, gelecek dönem ekonomi bu modelde kalırsa iç talebin daha da eridiği, bu nedenle hem tasarruf hem de talep bakımından daha dışa bağımlı bir yapıya mahkûm olan bir ekonomi karşımıza çıkacaktır.

Karşımıza çıkacak bu yapı, Türkiye’ye dış tasarrufları çekmek adına emek gücünü daha az maliyetli hale dönüştürmede agresifleşecektir. Küresel sermayeye yönelik Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı’nın sunduğu raporlarda öne çıkarılan “en rekabetçi alanların” işgücü üzerinde yoğunlaşması, en yüksek çalışma saatlerinin ve en maliyetsiz işe alma-çıkarma süreçlerinin Türkiye’de yer alacağına dönük yapılan yasal çalışmaların siyasi bir propaganda eşliğinde sunulması bu agresifliğin bir parçası olarak değerlendirilebilir.


Gelelim geleceğin yönünü belirlemede en can alıcı noktaya;
Peki bağımlılığın artacağı dış yapının ahvali nedir?


IMF Araştırma Dairesi’nden yayınlanan “Yeni Gerçeklik: Düşük Potansiyel Büyüme” adlı çalışmada 10 “gelişmiş ekonomi” ve 6 “gelişmekte olan ekonomi” örneklemi üzerinden küresel potansiyel büyüme hızının eğilimi inceleniyor. Yapılan araştırmada ABD, Fransa, Almanya, İngiltere ve Japonya gibi 10 sanayisi gelişkin ülkenin ve Brezilya, Çin, Türkiye, Rusya, Meksika gibi yüksek dışa bağımlı gelişmekte olan ülkelerin potansiyel büyüme hızları; yani kaynakları ve istihdam gücü en etkin kullanıldığında yaratabilecekleri max. büyüme kapasitelerindeki düşüşün yeni bir paradigmaya işaret ettiği anlaşılıyor. Kapitalizmin merkez ülkelerinde potansiyel büyümenin 2008 krizi öncesinde yavaşlamaya başladığı,  kriz döneminde yavaşlamanın doruk noktasına ulaştığının altı çizilirken, dışa bağımlı çevre ülkelerde potansiyel büyümenin krizle birlikte yavaşlamaya başladığı, yavaşlamanın merkez ülkelerden çok daha şiddetli olduğunun altı çiziliyor. ABD’nin yeni para politikası ve merkez ülkelerin ulusal kaynaklarını daha iyi yönetebilme becerisi sayesinde sanayi ve istihdamdaki toparlanmanın merkezde 2015 yılı itibariyle bir miktar iyileşmeye yol açacağı varsayılsa da artık küresel kapitalizmin yeni döneminin düşük büyüme patikası üzerinde olacağı belirtiliyor. Bu yeni küresel iklimin çevre ülkelerdeki etkisi ise oldukça olumsuz. Çin’in de aralarında bulunduğu 6 gelişmekte olan ülkenin 2008-2014 dönemlerinde yarattığı yüzde 6,5 büyüme ortalaması, 2015-2020 döneminde yüzde 5,2’ye iniyor.

Bugün Türkiye’nin potansiyel büyüme ortalamasının bundan böyle yüzde 3,5-yüzde 4 arasında olacağı tahmin ediliyor. Yalnız bugünkü koşullar altında! Küresel krizle birlikte gelişen bu yeni dönem-düşük büyümeli dünya ekonomisinde bu potansiyelin gidişatını tahmin etmek zor değil.