Google Play Store
App Store

Bir bakıma insanlık Ortaçağ benzeri akıldan uzak bir fantezi çağı içinde uzunca bir süredir. Bazı düşünürler, bu çağın başlangıcını Berlin Duvarı‘nın yıkılması olarak görüyorlar. Duvarın yıkılmasıyla serbest piyasanın evrensel geçerliliği olan tek dünya dini haline geldiğini iddia ediyorlar. Her şeyin değerini belirleyen sıralama ve derecelendirme sistemi, sadece mallara değil insanlara ve ilişkilere de uyarlanmaya başladı. Bir kitabın çok satması gibi, sosyal medyada bir kişinin beğeni alması, sanki onu diğerlerinden daha değerli yapıyordu. Ama beğeni alan gerçekte yazılan o tweet ya da paylaşılan o fotoğraf, kişinin kendisi değil. O ayrım tamamen kayboldu, yani içerisi ve dışarısı… Bu yüzden çok beğeni alan bir sözü ya da fotoğrafı olduğu gibi kopyalayanlar da çoğaldı.

Bu metalaşma süreci, insanlarda iki ‘iyi yaşam’ sürecini destekledi: Ünlü ol ya da zengin ol… Ünlü olmak, takipçi sayısıyla ölçülür oldu. Şehirlerdeki, ülkelerdeki ve dünyadaki en zengin, en seksi, en güçlü kişi listeleri ortaya çıkmaya başladı. Artık sadece bir portföyün sahibi değil, portföyün kendisi olmaktı amaç. Ün ve zenginlik içinse, sanki sadece iradeye ve cesarete ihtiyaç varmış gibi bir algı yaratıldı.

Artık pek çok düşünürün hemfikir olduğu çözüm de, kendimizi küresel küresel pazarın taleplerine göre yaşamak yerine, kendi yarattığımız hayatları yaşamak. Bireyselliğimiz, arzularımızla olasılıklarımız arasındaki gerilimde ortaya çıkıyor, hayatımızın seçmediğimiz temel malzemelerini kendimize ait kılabildiğimiz sürece… Küreselleşme, savunulanın ya da gösterdiği amacının aksine insanlara kapalı dünya görüşlerini dayattı, bu kapalılık hali siyasete kutuplaşma olarak yansıdı. Bugün çözümün ‚açık dünya görüşü‘nde olduğu, hiçbir zaman tam ve nihai çözüme sahip olunamayacağını kabul etmemiz gerektiği bilinen bir gerçek. Körü körüne uzmanlara inanmak da, uzmanlar hangi kanıtı gösterirse göstersin şüpheciliği bir an olsun bırakmamak, bilgiye göre değil inandığı şeyi hakikat kabul etmek de kapalılığı işaret ediyor.

***

Kapalılığa karşı, dünyanın pek çok ülkesinde iklim krizine yönelik toplu eylemliliklerde de görüldüğü gibi açık görüşlülerin sınırlar ve sınıflar ayrımı gözetmeksizin bir araya gelebildiğini gösteriyor ki, bu da dünyanın geleceğine dair umut veriyor. Kapalılığa işaret eden dini ve ideolojik yaklaşımlar içinde dahi kapalı ve açık olanlara rastlanılması, açık görüşlülüğün çok sesliliğini ve çok renkliliğini göstermesi açısından, başka hiçbir çağda rastlayamayacağımız bir zenginlik de sunuyor.

Peki ama neden bu kapalılığa insanlar ihtiyaç duyuyor? İnsanlar, ister bir kutsal kitap olsun, ister yıldızlar ya da kendisinin seçilmiş olduğunu iddia eden bir insan olsun, hayatın tehlikelerle dolu bu labirentinde onlara yol göstereceğine inandığı bir rehbere ya da koruyucuya ihtiyaç duyuyorlar. Freud‘un gösterdiği gibi bu aslında çocuksu bir ihtiyaç, bilinçdışının yönlendirdiği… Aslında tam da bu kör inanışları, onları pek çok tehlikeye karşı korunmasız bırakıyor. Açık görüşlüler içinse, nihai ve tam çözüm olmadığı için, asıl güvenli olan bakış açısındaki çeşitlilikte kendisini gösteriyor. Çünkü bu görüşe göre ölüm dışında hiçbir şey kesin değildir ve bu kesin olan bilgi bile yeterince ağır.

***

Bugün yaşanan varoluşsal krizin arkasında, özellikle 80‘lerin ve 90‘ların dizginsiz kapitalizm döneminde, çoğu insanın bilgiyi ve sermayeyi kendisine değil de sahip olmaya yatırmış olmasının etkisi büyük. Türkiye, dünyanın yaşadığı bu süreci geriden takip ederek, daha karmaşık bir düzeyde deneyimliyor. Kapalı görüşlülükte olduğu gibi açık görüşlülüğün de bazı tehlikeleri var. Özellikle referans noktalarını kaybetmiş bir toplumda şüpheciliğin geldiği nokta, kişiyi anlamdan yoksun bir noktaya sürükleyebiliyor. Yaratıcı kendilikle tasarlanabilir kendilik aynı şey değil, ama aynıymış gibi ele alınıyor çoğunlukla. Her yerde karşımıza çıkan anlam sorununa, belki de bu ayrımdan yola çıkarak bakmak bir fikir verebilir.