2024‘te ilk okumaya başladığım roman Can Yayınları‘ndan çıkan Macar yazar Laszlo Krasznahorkai‘nin ‚Direnişin Melankolisi‘ oldu. Bu roman, yine ünlü Macar sinemacı Béla Tarr tarafından 2000 yılında ‚Werckmeister Harmonies‘ adında sinemaya uyarlanmıştı. 1989‘da yayımlanan bu romanın başlangıcı, sanki bugünün resmini çekiyor: “Aslında tüm bunlar artık kimseyi şaşırtmıyordu; hayata hâkim olan vaziyet, her şeyi olduğu gibi demiryolu ulaşımını da etkilemişti: Alışılmış düzen şaibeli hale gelmiş, günlük alışkanlıklar durdurulamaz biçimde büyüyen karmaşa tarafından altüst edilmiş, gelecek kuşkuyla dolu, geçmiş muğlak, gündelik hayatın işleyişi ise kestirilemez olmuş, çürütücü zararın sadece semptomları hissedilebildiği için esas sebepler erişilemez ve ölçülemez şekilde belirsizleşmiş…” Cümle uzadıkça uzuyor ve tıkış pıkış dolu trene binen Pflaum Hanım‘ın hisleri ve düşünceleriyle devam ediyor. Romanı daha bitirmedim, ama daha bitirmeden, ilk sayfalarından itibaren beni yaşadığım dünyanın dışına çıkarıp zamanın akışını değiştirmesinden etkilendim.

DÜNYA’NIN İÇİ

Romanın bir bölümünde, ki bu bölümü Tarr filminde başa koymuş, hatta bölümün adını filminin adı yapmıştı; bir barda Valuska‘nın dünyayı ve gezegenleri, yani evrenin işleyişini anlattığı küçük bir oyun var. Sarhoşlardan biri Ay, biri Dünya, biri de Güneş oluyor. Romanın bu bölümünde, aslında yazar bütün bu kargaşanın bir ipucunu da verir sanki: Hayal gücünün yok edici hastalığı... Şöyle düşünür Valuska: „... bulaşıcı korkularının nedeninin günbegün kendisini hissettiren kaçınılmaz bir sonun kesinliğinden değil, kendi kendini huzursuz eden hayal gücünün yok edici hastalığından kaynaklandığını ve bunun bir gün gerçekten de bir felakete neden olacağını...“ Hayal gücünün yok edici hastalığın, hayal kuramamakla ilgili.. Hayal kurmak için, dünyayla ve kendi hayatımızla aramıza bir mesafe koymamız gerekir. Edebiyat ve sanat, tam da o mesafede şekillenir. Dünya‘nın o kadar içindeyiz ve zaman öylesine hızlanmış ki...

HIZLANAN ZAMAN

Zaman öyle hızlandı ki, her an ‚şimdiki zaman‘ statüsünde artık. Geçmişin ve geleceğin akıştaki ağırlığı azaldıkça, dünya hakkında doğru bir fikir edinmek güçleşiyor. Freud‘dan biliyoruz ki, insanların dünyaya dışarıdan bakabilmelerini tek yolu, düşüncelerinin, duygularının ve yargılarının dışına çıkabilmelerini sağlayacak bir mesafe... Şimdiki zaman, ne olacağını değerlendirmek için ipuçları vermeden önce geçmiş haline gelmeli ki o mesafe de mümkün olsun. Ama her an ‚şimdiki zaman‘sa?.. Herkes her an bir şeyleri kaçırdığı duygusuyla acı çekiyorsa?.. Yavaşlamanın iyileştirici etkisi tam da bu noktada başlıyor, o mesafe zihne nefes aldırıp her şeyi olabildiğince bütünlüklü göstermeye başlıyor. Artık videolar bile hızlandırılmış olarak izleniyor, zaman kaybıymış gibi. Kitaplar sabahları koşuya çıkıldığında, trafikte, toplu taşımada dinleyerek okunuyor, başka şeyler yaparken. Çünkü herkes o kadar meşgul ki... Şimdiki zamanın birazcık da olsa gecikmiş olarak akmaması, insanın gerçeklikle ilişkisini değiştiriyor. İnsanın kendi anlayışından çıkmaması ya da çıkamaması, sosyal medyada da kendi benzeri anlayışlarla dolu yankı odalarında zaman geçirdikçe gerçekliğin hep kalıplaştırılmış haline sıkışıp kalmasına neden oluyor.

MAĞDURİYET

Roman, tüm bu kargaşayı insanların nasıl içten içe arzuladığına dair de bir bakış açısı veriyor. Freud‘un histeri üzerine yazdıklarından biliyoruz ki, kişi acı çekmekten şikâyet ettiğinde kendisini sosyal yükümlülüklerden ve sorumluluklardan azade hissedebiliyor. Ayrıca kendini sürekli mağdur hissetmek, kişilere ve topluluklara anlam ve kimlik sağlıyor. Mağdur olan kendisinin eleştirilemez statüsü elde ettiğine inanır ve mağduriyetinin avantajlarını bırakmak istemez. Dünyayı iyiler ve kötüler diye bölen bir mağduriyet fantezisi çerçevesi olmaksızın hiçbir totaliter yapı ayakta kalamaz.

Dünyayla ve kendimizle aramıza mesafe koyabildiğimiz, yavaşlayıp hayal kurmaya başladığımız bir yıl olması dileğiyle...