‘Uzun Zaman Önce,
Çok Çok Uzak Bir Galakside’

Bilim kurgu tarihine adını altın harflerle yazdırmış olan Star Wars (Yıldız Savaşları) bu cümleyle başlar. Ama diktatörlüğün nasıl kurulduğu anlatılırken birçok replik tanıdık gelir. Yine uzun zaman önce, Antik Yunan’daki adalet tartışmasının tanıdık geldiği gibi.

Örneğin yaklaşık 2500 yıl önce, Milattan Önce 422’de sahnelendiği tahmin edilen, Aristophanes’in Eşekarıları oyununda anlatılan yozlaşma, bugünküne benzer.

Bir komedya olan Eşekarıları/Yargıçlar, Atina’nın adalet mekanizmasını alaya alır. Memlekette ilk olarak 1966’da, Sabahattin Eyüboğlu’nun çevirisiyle Remzi Kitabevi’nden yayınlanan kitaptan:

‘…O zamanlarda demagog ve savaştan yana olanlar, yargıçları kendi siyasi çıkarları uğruna kullanırlardı. Sıradan insanlar Spartalılarla işbirliği yapmakla suçlanır ve insafsız yargıçlar tarafından çok ağır biçimde cezalandırılırdı. Yargıçlar kararlarını balmumu tabletler üzerine sivri bir kalemle yazdıkları için Aristophanes, o kalemleri eşekarılarının iğnelerine benzetmiş, bu oyunuyla Atina halkını aydınlatmak, uyarmak istemiştir.’

Spartalıların adı dönemden döneme değişse de, adalet talep etmek o zaman da tehlikeli bir işti, yani.

Homeros da Akhilleus’un kalkanı üzerindeki sahneleri betimlediği dizelerde yargıçlar hakkında şunları yazar: “Yaşlılar cilalı taşlar üzerinde oturuyordu, kutsal çevrede/ Çınlak sesli yargıçların değnekleri vardı ellerinde/Kalkıp değnekle yargı veriyorlardı sırayla. İki altın külçe duruyordu ortada/alacaktı altını en doğru yargıya veren.”

Altın, para, itibar, iktidar ya da türlü kişisel menfaatlerle güdümlü yargıçların elinde oyuncak olmuş hukuku değerlendirirken her ne kadar hukukun tanımı gereği iktidarın araçlarından biri olduğunu kabul etsek de, bazen iktidara kendi elindeki hukuk bile yetmiyor işte.

Ve 2017 yılında birileri, elinde sadece ‘Adalet’ yazılı pankartla, Diyojen'i hatırlatan bir tavırla yürüyor. Memleketin tüm muhalifleri de, eleştirileri saklı olmak kaydıyla, Adalet Yürüyüşü’ne destek veriyor. Çünkü talep çok temel: Adalet.

Günümüzde adaletin ne anlama geldiği ve adına ‘Themis’ dediğimiz, aslında ‘Justitia’ heykelleriyle çevrili adalet saraylarımızın varlığı bir yana, iktidar baskısı kristalize oldukça talepler de ortaklaşıyor ve basitleşiyor.

Uluslararası hukukta da yeri olan ‘toplumdaki adalet duygusunun’ tatmin olmaması, tüm temeli yerinden sarsıyor çünkü.

Geçen hafta bardağı taşıran damla, yargılandığı davanın her duruşmasına katılan Enis Berberoğlu’nun kaçma şüphesiyle tutuklanması oldu.

Adalet talebini hatırlatan ise, bu tutuklama sebebinin sadece Can Dündar’ın kitabında, MİT TIR’ları haberiyle ilgili yazdığı birkaç cümle olmasıydı. Bu durum, tutanağa şöyle geçti:

‘Dosya içerisindeki HTS kayıtları [telefon kayıtları], baz bilgileri, Can Dündar'ın açık kaynaklardan ve kitabında geçen beyanları dolayısıyla işlediği sabit olduğu anlaşılan suç…’

Bu cümlenin ederi 25 yıl hapis. (İyi halden düşürülmüş haliyle.)

‘Ya geçenlerde bir kitapta okumuştum’ tadı veren ve herhangi bir net kanıta tekabül etmeyen bu cümle, memleketimizin yargısında ağır hapse karşılık geliyor.

Adalet duygusu en çok, bizimle dalga geçiliyor hissi vuku bulduğunda zedelenir. Dolayısıyla adalet, öncelikli derdimiz, her şeyden önemli eksikliğimiz bugün.