Adım Bond, James Bond…
Sean Connery, yaşlandıkça kesinlikle daha yakışıklı olduğunu düşündüğüm ilk erkek oyuncudur. İlk Bond’lardaki gençlik halini pek beğenmezdim. Sonraları, gene onun adıyla başlayan benzer aktör listeleri yapmıştık. Genç Connery’ye pek sempati duymayışımda, beyazperdedeki Bond’un Ian Fleming’in kitaplarındaki Bond’dan farklı olmasının da rolü vardı belki. Ya da ben düpedüz zevksizdim. Çünkü görmediği, yaşamadığı bir lükse alışkın 007’yi, sanki bu hayata ezelden beri alışkınmış rahatlığıyla oynayan aktörü herkes beğeniyordu.
Thomas Sean Connery, en meşhur İngiliz ajana can verse de aslında İskoçya’nın bağımsızlığını destekleyen bir İskoç milliyetçisiydi. 2014 referandumundan önce yapılan bir söyleşide, eğer İskoçya Birleşik Krallık’ın geri kalanından ayrılırsa, Bahamalar’daki evini bırakıp ülkesine döneceğinden söz etmişti. 5 Temmuz, 2000’de Kraliçe II. Elizabeth ona Edinburgh’da ‘Sir’ payesi verdi. Bu ünvan Connery’nin İskoçya Ulusal Partisi’ni açıkça desteklemesinden rahatsız olanlarca iki yıl boyunca veto edilmişti.
Connery, Edinburgh’un kenar mahallelerinden gelip Hollywood’un ilk James Bond’u olarak uluslararası şöhrete kavuşan, öfkesi burnunda bir İskoç’tu. Sonra da hep aynı rolü üstlenmekten sıkılıp, bir değil iki defa Bond imparatorluğundan ayrıldı. Ve sanki aniden, bizim onu pek beğendiğimiz çehreye büründü: yetenekli bir aktör ve daima iş yapan bir yıldız olarak uzun, verimli bir meslek hayatı yaşayan yakışıklı bir “orta yaşlı”.
“Adım Bond, James Bond”, karakterin kendini takdim şekliydi. Bu rolde ondan sonra pek çok aktör izlemiş izleyicilerin gözünde en iyisi, unutulmaz Bond da oydu zaten. Ya da Majesteleri’nin Gizli Servisi’nden Ajan 007. Öldürme izni vardı, şiddete başvurmaktan kaçınmazdı. Yazar Fleming’in Bond’undan daha tehlikeli olduğu kesin. Eh, özgür dünyayı koruma görevini üstlenen bir ajan olmak kolay değil.
Sean Connery uzun meslek hayatı boyunca “The Untouchables / Dokunulmazlar”daki polis Jim Malone’la bir kere En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Oscar aldı. Umberto Eco uyarlaması “Der Name der Rose / Gülün Adı”ndaki William von Baskerville rolü de ona En İyi Erkek Oyuncu dalında bir BAFTA getirdi.
Ama yıldızlık Bond’la geldi. 1962’de ilk kez “Dr. No” ile James Bond olunca dünyanın her yanında hayranlara sahip oldu. Edinburghlu delikanlıyı yarattığı karaktere başlangıçta pek uygun görmeyen yazar Ian Fleming bile onu beyazperdede izleyince hatasını kabul etti. “Mr. No”yu “From Russia With Love / Rusya’dan Sevgilerle”, “Goldfinger / Altınparmak,” “Thunderball / Yıldırım Harekâtı” izledi. Derken Connery diziden sıkıldı ve “You Only Live Twice / İnsan İki Kere Yaşar”ın ardından yerini “On Her Majesty’s Secret Service”de (1969) pek tanınmayan Avustralyalı aktör George Lazenby’ye bıraktı.
Ancak, yoksullukla geçen çocukluk ve gençlik yıllarının etkisiyle olsa gerek paraya dayanamayan aktör, yapımcıları Saltzman ve Broccoli ona Diamonds Are Forever / Ölümsüz Elmaslar” için 1971’de rekor bir ücret, 1 milyon 250 bin dolar teklif edince geri geldi. Ancak hakkını da yemeyelim. Bu parayı İskoç Uluslararası Eğitim Vakfını kurmaya harcadı.
Lazenby’yi Roger Moore, Timothy Dalton, Pierce Brosnan izledi ama anketlerde en “hakiki” Bond gene de kadınların sevgilisi Sean Connery idi. Zaten Bond filmlerinin en ilgi çekici yanları 007’nin kendisi, güzel kadınlar ve kötü adamlardır. Son Bond Daniel Craig de Connery‘yi bir numara sayanlarla aynı fikirde. Sinemanın en büyüklerinden biri artık yok diye çok üzüldüğünü söylüyor. “Sir Sean Connery Bond olarak ve daha fazlası olarak hep hatırlanacak,” diyor. “Bir devri, bir tarzı temsil ediyordu. Perdedeki zekâsı ve albenisi ancak megawatt olarak ölçülebilir. Her nereye gittiyse, umarım orada da golf sahası vardır.” Üstat golf tutkusuyla bilinirdi.