Davutoğlu, hükümeti kurmakla görevlendirildikten sonra, liderlere ziyareti haftaya bırakıp Bosna’ya uçtu. Bugün Srebrenitsa’da, Temmuz 1995’te 8 bin kadar Boşnak erkek ve erkek çocuğun katledilişinin yıldönümünde, kimlikleri belirlenen 136 kurbanın defin törenine katılıyor. İyi de ediyor…

İnsanlık; tarihin kara lekesi bu türden katliamları, soykırımları, kimin kimi hedef aldığından bağımsız olarak, ortak bir duyarlılıkla hatırlamalı ve asla tekrarlanmamaları için sürekli uyanık olmalı. Sonunun bu türden bir vahşet olabileceğini bilerek, akıllara ziyan en küçük milliyetçi hezeyanları bile ciddiye almalı ve kıvılcımları küçümsemeyip yangına dönüşmeden söndürmeli.

Srebrenitsa, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana, Avrupa’nın gördüğü en korkunç katliamdı. Bugün Bosna’yı, Saraybosna’yı dolaşanlar, güzelim Yugoslavya’yı yok eden, parkları mezarlıklara dönüştüren akıldışı vahşetin kanlı izlerini görebilirler.

Şimdi gördüklerimizi, en güzel parklar mezarlığa dönüştükten ve ülkeler insanlarıyla birlikte milliyetçiliğin pençesinde yok olup gittikten sonra görmek, yitirilenleri geri getirmiyor. Keşke, şimdi gördüklerimizi bütün o yaşanan vahşet yaşanmadan görebilseydik.

Yugoslavya’nın parçalanma sürecini o ülkede izleyen gazetecilerden biriydim. “Prens Michaelova Caddesi Belgrad’ın en renkli, en canlı merkezlerindendi. Araçların giremediği, eski Belgrad’ın Kale Meydan’a uzanan bu caddesinde günün her saati binlerce insanın dolaşıp alışveriş yaptığını, genç sevgililerin sarmaş dolaş öpüştüklerini, kafelerde Türk kahvesi ya da erik rakısı içildiğini görmek mümkündü. Yugoslavya’nın üzerine çöken felaketin Belgrad’da görülen ilk işaretlerinden biri de, her gün Prens Michaelova Caddesi üzerinde tezgâhını kurup teypten yüksek sesle Sırp milli marşları çalarak, kasetler ve Sırp milliyetçiliğinin rozet türünden değişik sembollerini satan kovboy şapkalı, kırmızı kaşkollü ve çizmeli adam oldu.”*

O genç Sırp milliyetçisinin, caddenin hayat dolu haliyle çelişen görüntüsü akıllara ziyan bir manzaraydı. Aklı başında Yugoslavlar onu küçümser, ciddiye almaz, hatta dalga geçerken tezgâhının etrafındaki kalabalığın, ülkede milliyetçiliğin tırmanışına paralel olarak artışına tanıklık ettim. Birkaç gün görünmese, hakkında şehir efsaneleri anlatılmaya başlanır, kim bilir nerede Hırvatlara karşı savaşmaya gittiği söylenirdi.

Kovboy şapkalı, askeri kıyafetli, çizmeli, kırmızı kaşkollü o caddeyle uyumsuz absürd görüntü, milliyetçiliğin akıllara ziyan Sırp hali, yaygın bir hezeyana dönüşüp Belgrad’ın havasına hızla hâkim olarak, bütün bir Yugoslavya’yı yok eden, 5 yıl sonra da Bosna’da Srebrenitsa’yı yaratan kan içici bir milliyetçiliğe dönüştü.

BirGün’ün ibretle okunması gereken dünkü “Çin saldırıları faşizmin provası” manşeti, başlangıçta Yugoslavya’da “aklı başında” insanların gülüp geçtikleri görüntülerin birkaç yıl içinde nasıl bir ülkeyi yok ettiği ve Srebrenitsa gibi katliamlara yol açtığı gerçeğini anımsamama yol açtı.

Çoğu uydurma haber ve görüntülerin peşine takılıp Uygurları savunmak adına; Çin restoranındaki Uygur aşçının dövülmesi, Korelilerin Çinli sanılarak hedef alınması, çekik gözlü bir kadının Çinli diye hırpalanması, Çinli işçilerin Zonguldak Çatalağzı’ndan kovulmaya çalışılması, Mao maketinin darağacına çekilmesi gülünüp geçilecek şeyler değil.

Bu ülkede de, çok tehlikeli gelişmelere gebe bir milliyetçi fay hattı var; en akıllara ziyan kıvılcımla bile tetiklenebilecek ve yaygın bir hezeyana dönüşebilecek…

Toplumsal, ekonomik ve dış politik dinamiklerin tetikleyerek ülkeyi içerde ve dışarda kanlı boğazlaşmalara sürükleyebilecek o fay hattına karşı gerekli tedbirleri almak, ama asla küçümseyerek gülüp geçmemek, her aklı başında vatandaşın görevi olmalı.

Bir ülke, tüm farklı kimliklerin aynı özgürlük ve aynı güven duygusunu tattığı ve Srebrenitsa gibi kâbuslara asla uyanmamanın tedbirleri alındığında yaşanılası bir vatan oluyor.

*L. Doğan Tılıç, 1999, Kosova: Milliyetçiliğin Pençesindeki Kartal, Ankara: Ümit Yayıncılık