TÜSİAD, iktidarı doğrudan eleştirmeyen bir yol izliyor. Ancak, iki güncel konu ele alınmalıydı; iktidarın değişik sermaye kesimlerine karşı tutumu ve TCMB’nin bağımsızlığı.

AKP iktidarına iki büyük uyarı

Ülkeyi bir kişiye bağlı yöneten AKP+MHP iktidarının en önde gelen özelliklerinden biri de “uyarı dinlemez” olmasıdır.

İktidar, bununla da yetinmiyor; uyarıyı ülke dışından yapanları “düşman”; ülke içinden yapanları da “terörist” ilan ediyor.

Hafta içinde, ‘Başkan Erdoğan’ın Afrika’da “küresel adalet” aradığı sırada, iktidara, iki çok önemli uyarı yapıldı: 10 büyükelçinin çağrısı ve Türkiye Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği -TÜSİAD’ın açıklaması.


DIŞARIDAN GELEN

İş insanı Osman Kavala’nın “tutukluluğunun 4’üncü yıldönümü” nedeniyle, içlerinde ABD, Almanya ve Fransa’nın da bulunduğu 10 ülkenin Türkiye büyükelçileri yaptıkları ortak açıklamada “ Türkiye’nin uluslararası yükümlülükleri”... ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin -AİHM bu husustaki kararları doğrultusunda Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılmasının sağlanması için Türkiye’ye çağrıda bulunuyoruz” diyorlardı.

Yeni Şafak gazetesi tarafından “persona non grata” (istenmeyen kişi) ilan edilen ve Erdoğan’ın Afrika’dan dönerken “siz kimsiniz?” dediği büyükelçilere “Sizde yargı bağımsız da bizdeki yargı bağımlı mı?” diye sorması ve Kavala için yargının değil kendisinin “Sorosçu” hükmünü vermesi, bizdeki yargının çok acıklı durumunu açıklıyordu.

Gerçekte, bu konuda da iç kamuoyu ısrarla yanıltılıyor. II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinden bu yana tam 75 senedir; “temel insan hakları”, ülkelerin iç sorunu değildir; insan hakları sözleşmelere bağlanmış “uluslararası” bir konudur. Bilindiği gibi 1950’lerin başında Türkiye’nin çağrılı kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin hazırladığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi- AİHS ve orada belirtilen hakların korunması amacıyla oluşturulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi - AİHM, anayasal/yasal olarak aynı zamanda bu ülkenin iç hukukunun bir parçasıdır. Türkiye’ye çağrı yapan on ülkeden yedisi Avrupa Konseyi üyeleridir; diğer ikisi de bu kuruluşta gözlemcidir. Bu nedenle asıl sorumluluk iktidarın ülkenin hukukunu “çağrı yapılacak” duruma düşürmesinde aranmalıdır.Bu satırların yazıldığı sırada AİHM yeni bir karar aldı. Türk Ceza Kanunu’nun Cumhurbaşkanına hakareti düzenleyen 229. maddesini “ifade özgürlüğünü sınırlayıcı buldu; düzeltilmesini istedi. Üstelik bu karara AKP iktidarı tarafından AİHM üyesi olarak atanan ve birçok konuda mahkemesinin kararlarına “karşı oy” yazısı yazarak ret oyu vermiş olan yargıç da katıldı. Eklemekte yarar var; AİHM kararlarının uygulanmasının siyasal gücü olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi de 30 Kasım toplantısında Türkiye’nin insan hakları konusundaki durumunu görüşecektir.

ÇOK GEÇ DE OLSA

Sonuncusu 2011 Şubatında olmak üzere “Anayasa” önerileri hazırlamasıyla da bilinen -TÜSİAD, geçen hafta açıkladığı “Yeni Bir Anlayışla Geleceği İnşa” çalışmasıyla bu konudaki sessizliğini bozdu. TÜSİAD, üç alan seçiyor: “insani gelişme ve yetkinleşme”, “bilim, teknoloji ve inovasyon”, “kurum ve kurallar”. Bu üç konuda atılacak ve çalışmada belirtilen somut adımlarla, ekonomik olarak “gelişmiş”; uluslararası düzlemde “saygın”; her alanda eşitlik ve özgürlük temeline dayalı olarak “adil” ve tüm ögeleriyle “çevreci” bir Türkiye oluşturulabilecektir. TÜSİAD, uluslararası karşılaştırmalı bir çözümlemeden giderek, bu üç alandaki durumumuzu “OECD ortalamasına çıkarmak için gerekli adımları atarsak, 20 yılda, kişi başına gelirimizi 30 bin dolar düzeyine çıkarabileceğimizi, mevcut eğilimin devamı etmesi durumunda ise ancak 14 bin dolara ulaşabileceğimizi” öne sürüyor.

TÜSİAD çalışması üzerine birkaç noktanın altı çizilmelidir.

Önce, adı üstünde “iş insanları” örgütü olan TÜSİAD, bu çalışmasında iktidarı doğrudan eleştirmeyen bir yol izliyor; yalnızca yapılması gerekenleri sıralıyor. Ancak, bu çalışma bağlamında iki güncel konu ele alınmalıydı; iktidarın değişik sermaye kesimlerine karşı tutumu ve TCMB’nin bağımsızlığı.

İktidar, değişik sermaye kesimlerine “eşit” davranmıyor ve piyasa ekonomisinin bu en temel kuralını yıllardır çiğniyor. Yalnızca mal ve hizmet alımlarında “çağrılı ihale” yöntemini kullanarak sermayedarlar arasında büyük eşitsizlikler yaratmakla kalmıyor; ayrıca, birçoğu döviz cinsinden “kazanç garantili” yol, köprü, havalimanı ve şehir hastaneleri yaptırıyor. Kapitalizmin hangi kitabında, kazancı garanti edilen bir kamu yatırımı anlayışı var? TCMB’nin iktidara bağımlılığının çok ağır ekonomik ve toplumsal maliyeti ise, bu hafta faiz oranlarının iki puan düşürülmesiyle bir kez daha yaşanıyor.

İkinci olarak, unutulmamalıdır ki gelecek geçmişin üzerinde kurulur. TÜSİAD, başta eğitim ve bilim olmak üzere önerdiği kurumsal yapıların şu anda içinde bulundukları durumdan nasıl çıkacakları gerektiği konusuna açıklık getirmeliydi.

Üçüncüsü, rejim tartışmalarının yoğunlaştığı şu sırada TÜSİAD’ın çağrısı içeriği ve zamanlaması bakımından çok anlamlıdır. Bu çağrı uyarıcı olmalı ve başta sendikalar ve meslek oda ve birlikleri olmak üzere tüm örgütlü kesimler, rejimle ilgili görüş ve önerilerini hiç gecikmeden topluma sunmalıdır.

Bu hafta yapılan bu iki büyük uyarıdan, umarız, her uyarıyı kendisine saldırı sanan iktidar da yararlanır.