Küresel alanda yaşanan ekonomik bunalım sekizinci yılına girerken, yüksek finansallaşma ve gelir dağılımındaki uçurumun bu boyutlarıyla sürdürülemez olduğu artık herkesçe anlaşılan bir düzende yapısal sorunlara değil, dökülen sıvaların yeniden yamanmasına ilişkin bir perspektifle kartlar yeniden karılıyor. Bir yandan Fed, küresel sermayeyi-şimdilik -sözlü yönlendirirken, Brezilya, Hindistan, Güney Afrika ve Türkiye’nin içinde bulunduğu en kırılgan ekonomiler, yani kısmi olarak BRICS yeni bir kriz dalgası içine giriyor. Dış kaynağa bağımlı, yüksek cari açık veren bu ülkelerden para, yüzünü merkez ülkelere dönerek hızla kaçıyor. BRICS’in diğer halkalarından Çin, 90’lardan bu yana en ciddi yavaşlamasını yaşarken dünyanın üretemeyen fabrikasına dönüşmemek adına para musluklarını açıyor. Bu da faizlerini aşağı çeken Çin’in bir girdaptan çıkmak adına balon gibi şişen borsası ve 2008’den bu yana 2 katına çıkan borçlarıyla yeni bir girdaba sürüklendiği gerçeğini ortaya koyuyor. Son halka Rusya ise, yaptırımlar ve varil fiyatı 60 doların altına gerileyen petrolle birlikte 1998’den bu yana karşılaştığı en derin kriziyle karşı karşıya.

Kılıcı olanların kılıçlarını çektiği dünya ekonomisi 2014 yılını yeni fay hatlarıyla geride bırakırken, kalkanı bile olmayan Türkiye, bu faylardan sıçrayan tüm ateş toplarının düştüğü ülke olarak 2015 yılına merhaba diyor. Fed’in ağzından çıkan bir faiz artışı ifadesiyle birlikte ekonomik ve siyasal açıdan taşıdığı riskler bir anda küresel sermayenin gözüne batmaya başlayan Türkiye, yüksek enflasyon, yüksek işsizlik ve bunun yanında hızla yükselen döviz kuru karşısında değerini gün geçtikçe kaybeden TL; satın alma gücü durma noktasına gelmiş geniş emekçi kitleleri ve yatırım iştahı kalmamış sermaye yapısıyla uçurumun kenarında 2015’e adım atıyor.

Sanayiden tarıma ürettiğini ve ihraç ettiğini dışa bağımlı olarak gerçekleştiren ekonominin bu uçurumdan yuvarlanmaması için ise AKP’nin elinde kent rantları ve ucuz işgücünden başka bir cephaneliği kalmamış durumda.

Hal böyleyken geçen hafta Başbakan Davutoğlu’nun açıkladığı “Ekonomide Öncelikli Dönüşüm Programı-Yeni Eylem Planı”na nasıl bakmalı?

Öncelikle gemi batarken yolculara çırpınmayın daha fazla batarız telkininden öteye geçmeyen plan ve programlardan bir tanesi.

“Rusya krizinden ne ölçüde etkileniriz?”,

“Büyümenin lokomotifi iç talep demiştiniz, iç talep durma noktasında. Diğer taraftan dış ticaret hacmi de Avrupa’da sonuç vermeyen çabalar ve Rusya ile kara bir tablo çiziyor. Vallahi bal gibi de durgunluk kapıda gibi gözüküyor”,

“Son çeyrekte %1,7’ye çakılan ve yılı %2,8’lik bir büyümeyle kapaması olası gözüken bir ekonomi neden hâlâ %5,6 ile dünyanın en yüksek cari açığını verir?” gibi kaygılarını seslendirenleri “telaşlanmayın” diyerek uyutmanın bir yolu.

Hakikatken bir kurtarıcı, bir planları olabilir mi sorusuna “yok” yerine “olamaz” demek daha doğru. Çünkü müdahale edebilecekleri alanların ipleri kendi ellerinde değil. Örneğin bugüne kadar dış tasarruflarla büyüyen bir ekonominin bugünden sonra iç tasarruflarla büyüyebilmesi teknik açıdan mümkün değil. Yahut yüksek dış finansman açığını “ne idüğü belirsiz kaynakla” yamamaya çalışan zihniyetin “Merkez Bankası rezervlerine güvenin” demesi bir anlam ifade etmiyor.

Peki, planladıkları eylemler hiç yok mu? Elbette var...

Örneğin “Üretimde Verimliliğin Artırılması Programı” ile işgücü maliyetlerinin düşürülmesi, yani emeğin ucuzlatılması, işvereni daha da rahatlatmaya dönük güvencesizliğin yaygınlaştırılması ve emeğin elinde kalan haklara da “maliyet” anlayışıyla el konulması var. “Kamu Gelirlerinin Kalitesinin Artırılması Programı” ile daha acımasız vergi düzeni var. “Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Programı” ile kadının emeğine ve bedenine yönelik daha da geniş bir müdahale, TV kanallarında daha fazla hakaret var. Var da var… Nitekim bizlerin de “Ekonomide Öncelikli Dönüşüm Programı-Yeni Eylem Planı”na bakabileceğimiz yer buradan ibaret. Gerisi fasa fiso.