Geçen günler içinde Başbakan Davutoğlu’nun ‘Kayserili pazarlığı yaptık’ diye nitelendirdiği Brüksel’deki AB liderleri ile gerçekleştirilen ‘mülteci meselesi’ne ilişkin toplantı sonrasında insanlığı konu edinen ikili pazarlık daha da netleşmiş oldu.

Ortaya çıkan plan kapsamında netleşen ise şu oldu; AB kendi topraklarına sığınan mültecileri Türkiye’ye gönderecek, Türkiye ise karşılığında para alacak. Planda AKP’nin ilgilendiği ve pazarlık konusu yaptığı ise açık ki paranın meblağının ne olacağı; zira Erdoğan’ın Jean Claude Juncker ve Donald Tusk ile yaptığı görüşme tutanaklarından “iki yıl için 3 milyar avro verecekseniz hiç konuşmayalım” dediği biliniyor.

Baştan söyleyelim; “Al bu parayı, al bu mültecileri”nden ibaret bu kirli pazarlıkta AB üyeliği, vizesiz Avrupa yahut mültecilere güvenli bölge gibi beklentiler içine girenler varsa, çok uzun değil plan yürürlüğe girdiği andan itibaren büyük hayal kırıklığına uğrayacaklar.

Yürütülen bu kirli pazarlığa ilişkin şimdiye dek yabancı basından en gerçekçi tespitlerden birini eski BBC ekonomi editörü Paul Mason yapmış. IŞİD’e destek sağlayan, Kürtleri bombalayan Türkiye’nin hiç kimse için güvenli bir yer olmadığını belirten Mason, AKP yönetimindeki Türkiye’nin AB’ye üye olma ihtimalinin ise olmadığını belirterek şöyle açıklıyor: “Bunun uygulanması mümkün değil. Tek bir AB üyesi bile bunu engelleyebilir. Örneğin İngiltere Başbakanı David Cameron tam da İngiltere’nin AB’den ayrılmasına ilişkin referanduma 23 gün kala 75 milyon Türkiye vatandaşının ülkeye vizesiz girmesine onay verebilir mi? Kıbrıs buna onay verir mi? Hayal görmeye devam edin.”



SAVAŞIN İNSANLIK MALİYETLERİ KİRLİ PAZARLIKLARLA KATLANIYOR
Suriye’de yaratılan savaşla birlikte evlerini, yurtlarını terk etmek zorunda kalarak, yaşayabilmek için yola çıkan Suriyelilerin kayıtlı sayısı 4,5 milyonu aşıyor. Bu insanlardan sadece 96 bininin Avrupa’ya ulaşabildiği resmi olarak açıklanıyor. Birçoğu Pakistan, İran, Lübnan, Ürdün ve Türkiye’ye giriş yaparken ciddi bir sayıda insan da yaşamını bu yollarda kaybediyor. BM verilerine göre geçtiğimiz yılın sadece 6 ayında çıktıkları umut yolculuklarında ölüme terk edilen mültecilerin sayısı 2 bine ulaşıyor. 2000 yılından bu yana ise en az 25 bin mülteci insanın Avrupa’ya ulaşmak için çıktıkları yolda can verdikleri biliniyor.

Diğer bir yandan uluslararası ana akım medyada bu insanlık ve yaşam yolculuğunun “ekonomik” gerekçelerle sunuluyor olması da oldukça bilinçli. Örneğin AB yönetimi, kamuoyunda öne çıkan ekonomik gerekçeye karşı ekonomik nedenler öne sürerek insanlığa ördüğü kalın duvarları kamuoyu nezdinde meşru gösterebiliyor; Avrupa halkını insanlık değerleriyle krizle sarsılmış gelir ve yaşam standartları arasında bir tercihe zorluyor. Misal Almanya’nın 2. Sığınma Paketi’ne bakın… Türkiye’yi de ‘güvenli ülke’ olarak kabul eden Almanya, buradan kaçarak ülkelerine sığınanları farklı bir kampta tutarak geri göndermeye hazırlanıyor. Dahası ailelerinin dahi yanlarına gelmesine izin vermiyor, hastalık vb gerekçelerle sınır dışı ertelemesini yeni yasa ile ortadan kaldırıyor.

GÜVENLİ BÖLGE TÜRKİYE?
Yukarıda bahsettiğimiz gibi çoğu Suriyeli, Afganistanlı, Somalili insanlardan oluşan mültecilerin temel meselesi ekonomik değil, ülkelerinde kendilerine dayatılan iç savaşlar, insan hakları ihlalleri, şiddet vb. nedenler (BM raporlarından açıkça teyit edilebilinir). Dolayısıyla bugün yapılanın, yaşamak için çırpınan ve dünyanın diğer insanlarından dayanışma uman bu insanlara ölüm ile kölece yaşam arası bir tercih sunmaktan öte bir şey olmadığı açık.

BM Mülteciler Yüksek Komiserliği verilerince Türkiye’de bugün 2.6 milyon Suriyeli bulunuyor. Uluslararası pazarlık masalarına sunulan, dünyadaki diğer mülteci kamplarına kıyasla daha özenli hale getirilmiş mülteci kamplarında kalanların sayısı ise sadece 270 bin civarı. Göstermelik pazarlama tezgâhına konulan bu küçük azınlık dışında kalan çoğunluk ise Türkiye’de açlık, dilencilik, kayıtdışı çalıştırma, çocuk işçilik gerçekliği ile baş başalar. Kaldı ki Suriye’deki savaşın ülkeye iktidar politikalarınca taşındığı gerçeğini de ilk sıraya koyarsak, bugün mültecilerin yaşamlarına ilişkin yapılan kirli pazarlıkları daha net okuyabiliriz.