BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun’un zamanında ifade ettiği gibi esasında “paranın yüzde 85’i” olarak tanımlanabilecek G20 Zirvesi geçen günler içinde sonuç bildirisini yayınladı. 1999 yılında Asya Krizi’nin hemen ardından kapitalizmin yeniden üretimine ilişkin girişimlerin bir parçası olarak oluşan G20’nin, “liderler topluluğu” G7’den farkı, merkez ülkelerin haricinde çevre ülkelere de yer vermesi.

Türkiye gibi çevre ülkelerin G20’deki varlığı ise ‘98 Asya Krizi’ne kadar emperyalizmin IMF ve Dünya Bankası gibi kurumları tarafından dışarıdan dayatılan yapısal dönüşümlerin, küresel entegrasyon ve uyum sürecinde “kolektif bir karar” algısı eşliğinde daha kontrol edilebilir hale getirme çabasından ibaret.

G20 şimdi kuruluşunun 15. yılında, neredeyse 7 yıldır devam eden küresel durgunluk sürecinde yeniden sisteme hayat öpücüğü vermenin arayışında.

Bilindiği gibi 2008 yılından bu yana sürdürülen finans sermayesini kurtarma operasyonu, sermaye birikimindeki tıkanıklığı da aşmayı hedefleyerek dünyanın hemen hemen her coğrafyasında emekçilerin birikimlerine, sosyal ve mali haklarına el koyan bir kemer sıkma uygulamasını işletti. Sonuç, G20’nin de kabul ettiği gibi,  işsizlik ve gelir dağılımındaki bozulmanın geldiği nokta itibariyle sermayenin ürettiklerini artık tüketemeyecek, alım gücü neredeyse tamamen sönümlenmiş geniş kesimlerin varlığıdır.

ABD Başkanı Obama’nın “ABD tüm dünya ekonomisini artık sırtında taşıyamaz” ifadesi, “her koyun kendi bacağından asılır” manasını içerse de, asıl olarak krizin çevre ülkelere ihraç edilmesindeki sürecin daha da sertleşeceği anlamını taşımaktaydı.

Özellikle Türkiye aleyhine esecek rüzgârların, ekonomide bugüne kadar inşa edilen tüm çarpık yapılaşmayı ortaya serecek adımların izini G20’deki satır başlıklarından da görebiliyoruz;

Sadece para değil, ticaret hacminde de kayıp yaşanacak: ABD’nin Fed kararıyla finansal sermayenin yüzünü Türkiye gibi çevre ülkelerden merkeze döndüren tahvil alım programının sonlandırılması sadece başlangıçtı. G20’de başat konulardan birini serbest ticaret anlaşmalarının oluşturması, bu ortaklıkların dışında kalan Türkiye gibi ülkeler için oldukça sancılı bir geleceği ortaya koyuyor. Avustralya- Çin, ABD- Hindistan G20 sırasında ticaret anlaşmalarını tamamladılar. Türkiye için en sancı yaratacak olanı ise ABD-Avrupa arasında devam eden ticaret anlaşması süreci. Türkiye’nin başından beri ürktüğü ve çeşitli girişimlerle dahil olmaya çalışıp olamadığı bu anlaşma imzalanırsa, ABD, Türkiye pazarına AB üzerinden serbest giriş imkânı gibi birçok imkaân kazanacak ve AB pazarında Türkiye karşısında daha üstün bir rekabet gücüne sahip olacak. Küresel durgunluk sürecinde dünya ticaret hacmi düşerken, dış ticaret açığı en yüksek ülkelerden biri olan Türkiye, en önemli ihracat partneri olan Avrupa’da ciddi anlamda ticaret payını kaybedecek.

AKP, IMF’nin direktifine en hızlı cevap veren ülke olsa da… : IMF’nin “Küresel Politika Gündemi” adlı yayınladığı ve Türkiye ve başta BRICS ülkeleri olmak üzere dış kaynağa yüksek bağımlılığa sahip ülkelere seslenerek “para beklemeyin, yapısal reformları hızlandırın” çağrısına en hızlı yanıt veren ülke Türkiye oldu. Başbakan Davutoğlu jet hızıyla “Ekonomideki Dönüşüm Raporu’nu açıkladı. Rapora göre AKP öyle bir yapısal dönüşüm uygulayacak ki yüksek işsizlik, yüksek kur, yüksek dış borç vb yapısal sorunlarıyla 2018 yılında milli gelirde 490 milyar dolarlık bir artış yakalayacaktı. Nasıl mı? Termik, HES vb enerji “yatırımlarını” çoğaltacak, sağlığın ticarileşmesi ve teknoloji çöplüğüne dönüştürülmesi adımlarını hızlandıracak-ilaç tekellerini ülkeye çekecek projeleri yaygınlaştıracak, halkın parklarını bahçelerini, ormanlarını bu projelere temin edecek. Fakat Davutoğlu ve ekibi şu noktayı atlıyor; enflasyonun çift hanede olduğu, ücretlerin hızla eridiği ülkemizde, emekçilerin artık bırakın alım gücünü, borçlanacak gücü de kalmadı.

Bunun yanında yaşam alanlarının bir bütün olarak yıkıma uğratıldığı süreçte, halkın direnme eğilimlerinin artmasıyla birlikte, AKP’nin siyasal konumu giderek geriliyor. Zor güce dayanarak yıkımlara devam etme çabası ise nereye kadar, önüne çıkan herkese ateş açacak değil ya…