Komisyonda sendikal kesimin bastıracağı konu, ilk önce asgari ücretin reel olarak Temmuz 2023 seviyesine çekilmesi olmalıdır. Bu, pazarlık konusu olmaması gereken bir çizgidir. Artış oranı ondan sonra pazarlığa açılmalıdır.

Asgari ücrette sisteme teslim olmamak

Bu yazı, asgari ücret üzerine yazdığım üçüncü yazı (İlki 10 Aralık tarihli BirGün Pazar’da, ikincisi 12 Aralık tarihli Sol Haber’de). Belki bir yenisini asgari ücret belirlendikten sonra yazmam gerekebilir. Konu ücretlilerin yüzde 60’a yakın bölümünü doğrudan, tümünü de dolaylı olarak ilgilendirince, üstelik emekliler ve memurlar ile tüm kategorilerdeki beyaz yakalılar da kendi ücretleri ile asgari ücret düzeyi (ayrıca açlık ve yoksulluk düzeyleri) arasında ilişkiler kurdukça bu konu kaçınılmaz olarak temel toplumsal mesele haline dönüşüyor. 

“Yılda Bir Kez” Dayatması Püskürtülebilir 

BirGün Pazar’daki yazımda da belirtmiştim: Memurlarla yapılan sözleşmeler ile kamu ve özel sektör işçileri adına yapılan Toplu İş Sözleşmelerinde (TİS) altı ayda bir enflasyon farkı + zam verilmesi karara bağlanmışken, her ne kadar bu zamlar hedeflenen enflasyonun bile altında belirleniyorsa da, bu kadarının bile asgari ücret düzeyine mahkûm edilenlerden esirgenmesi pek de kolay başarılamaz. Özellikle de önümüzdeki ilk durakta, Temmuz 2024’te, asgari ücret ile TİS’le belirlenen işçi ve memur ücretleri arasındaki fark daha da açılacaksa…  

Sendikalaşma oranlarının çok düşük olduğu, TİS’lerin emekçilerin fiilen grev hakkından yoksun bir biçimde bağıtlandığı, kamuda geçerli olan teşmil hakkının özel sektör çalışanları için çalışmıyor olması (bkz. Prof. Dr. Aziz Çelik, 11 Aralık tarihli BirGün) gibi emek haklarının alabildiğine kısıtlandığı bir sermaye düzeninde, eğer asgari ücret düzeyi ortalama ücret düzeyini belirlemeye başlamışsa, orada asgari ücret tartışmaları giderek sermaye ve siyasi iktidarın da ayağını bağlamaya, hareket alanını kısıtlamaya başlar. Asgari ücret seviyesinin tek bir toplantıda belirlenmemesi, sanki üzerinde sıkı çalışılıyormuş izlenimi verilerek kitlelerin oyalanması kadar çoğunluğu ilgilendiren bu ücret yapısının kritik bir önem taşımaya başlamasındandır. 

İşte tam bu nedenlerle de asgari ücretin “artık yılda bir kez belirleneceğine” dair sermayenin ve sermaye iktidarının ortak meydan okumasının dayanağı pek zayıftır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nın “Asgari Ücret Yönetmeliği’nde bir kez belirlenir yazıyor” iddiasının çabucak yalanlanması gibi, bu iddiayı uygulamaya sokmaları da aynı dayanaksızlıkla malul olacaktır. Yeter ki Türk-İş, masada “yılda bir kez” dayatmasına rıza gösterip imza atmasın! Gerçi atsa bile, 2024’ün ilk yarısında yüzde 75 bandına çıkabilecek bir enflasyon karşısında yükselecek işçi tepkilerini baskılamaları pek mümkün olamayacaktır. 

Bu arada şunu da söylemeden geçmeyelim: Türk-İş yöneticileri Asgari Ücret Tespit Komisyonu’na bu defa dört asgari ücretli işçiyi de dahil ederek Komisyonun diğer üyeleri üzerinde “manevi baskı” kurmak ama esas olarak topluma simgesel bir mesaj iletmek isteyebilirler. Ancak bunların bir hükmü yoktur. Çünkü ne sermayenin ne de siyasi iktidarın temsilcileri vicdanları üzerinden karar verebilirler. Orada sınıfsal bölüşüm ilişkileri oylanmaktadır; sınıf mücadelesinde sömüren tarafın vicdan muhasebesi yaparak ücret düzeylerini belirlediği kapitalizm tarihi boyunca görülmüş şey değildir (Önemsiz istisnalar ana kuralı bozmaz). Demek ki, Türk-İş sendikacıları bu simgesel gösterinin ardına sığınarak kendi sorumluluklarından kaçamazlar. Mart-Haziran 2024 döneminde işçilerin meydanları dolduğu bir mücadele süreci yaşanırsa, iktidarın da kaçacak yeri olmayacaktır.  

Acemoğlu Ne Demiş Oldu? 

20 Aralık Çarşamba günü Prof. Dr. Daron Acemoğlu’nun Cumhuriyet ve Sözcü’ye verdiği uzun bir söyleşiden haberdar olduk. Paylaşılan metin, sanki ayrı ayrı verilmiş izlenimi yaratılsa da, ortak verilmiş bir söyleşiydi aslında (Cumhuriyet daha geniş yansıtmıştı). Acemoğlu’nun asgari ücret konusundaki soruya verdiği yanıtlar da vardı: “Türkiye’de iki tane problem var. Birincisi asgari ücret gelir dağılımına göre çok yüksek. Bu yüzden yüzde 50 asgari ücretle çalışıyor. Orta sınıf ortadan yok oldu. Ama aynı zamanda asgari ücrete reel olarak bakarsanız yine de çok yüksek değil, fakirliğin azıcık üzerine çıkabilir. İstanbul, Ankara gibi kentlerde o bile olamaz. Bu niye? Çünkü Türkiye’deki sanayi sistemi bozuk, verimli değil, üretkenliği düşük…” (Cumhuriyet, ve Sözcü, 20.12.2023).  

Şimdi şu ilk cümleyi alalım: “Asgari ücret gelir dağılımına göre çok yüksek” ifadesi, gerçeğin yanından bile geçemiyor. Türkiye’de kişi başına düşen GSYH, Orta Vadeli Program’a göre, 2023’te 12.415 dolar, 2024’te 12.875 dolar olacak. Asgari ücretin 2024 yılındaki ortalaması, iyimser bir tahminle 500 dolarda kalsa, yılda 6 bin dolar eder. Dört kişilik bir ailede kişi başı 1.500 dolara düşer. Ailede iki kişi asgari ücretle çalışıyor olsa bile, kişi başı 3 bin dolar eder. Bunun nesi gelir dağılımına göre çok yüksek olabiliyor? İzleyen cümlelerde ise ilk cümlesindeki hükmünü kendisi yanlışlamış olmuyor mu? 

Daha sonra, bir asgari ücret toplumu olunmasını, Acemoğlu “bu tamamen bir sistem problemi ve bu sistemden asgari ücretle çıkmak mümkün değil. Asgari ücret çözüm değil!” (Cumhuriyet) şeklinde karşılıyor. Aynı tarihli Sözcü’de bir cümle fazlası da var: “Asgari ücreti arttırırsak fakirlikten çıkmak mümkün değil (bu ifade, söyleşinin de manşetine taşınmış). Verimliliği, üretkenliği artırarak çıkması lazım.” Peki ama verimliliği, üretkenliği artırmak orta ve uzun vadenin işi. Peki şimdiki anda ne yapacağız? “Asgari ücreti artırarak fakirlikten çıkmak mümkün değil” diye artış talep edilmemeli mi? Yani emek kesiminin kısa vadede daha da fakirleşmesine, sermayenin daha da semirmesine mi razı olunmalı? “Bu enflasyon varken asgari ücreti arttırmak çözüm değil” veya “ücretler enflasyonu kışkırtıyor o da gelip ücretlileri vuruyor, yani asgari ücretli kendi bindiği dalı kesiyor” tarzındaki yaklaşımları Türkiye’de sermaye kesimlerinden, mevcut ekonomi yönetiminden ve iktidar yandaşı sendika yöneticilerinden duymaya alışmıştık; bir de buna akademiden destek verilmese iyi olurdu. 

Öte yandan orta-uzun vadede emek üretkenliği artışının, mevcut üretim-bölüşüm ilişkileri veri alındığında, emekten ziyade sermayeye yarayacağı açık değil midir? Eğitim ve beceri düzeyi yükseltilmiş bir işçi sınıfının yüksek ücretlere erişebilme olanakları da o kadar garanti değildir. 

Sonuç 

Tekrar söyleyelim: Komisyonda sendikal kesimin bastıracağı konu, ilk önce asgari ücretin reel olarak Temmuz 2023 seviyesine çekilmesi olmalıdır. Bu, pazarlık konusu olmaması gereken bir çizgidir. Artış oranı ondan sonra pazarlığa açılmalıdır. O zaman da pazarlık, eğer 2023’ün ikinci yarısında takribi yüzde 38 enflasyon farkı oluşmuşsa, 15.735 TL düzeyinden başlayacaktır. Buna uygulanabilecek en düşük oran ise hedef enflasyon oranıdır ki o da TCMB’ye yüzde 36’dır. Sonuçta asgari ücret düzeyi 21.400 TL olur.  

Aslında 2024’ün sadece ilk yarısında geçerli olacak enflasyon birikimi hesaba katılsaydı bunun yıl sonu TÜFE hedefi olan yüzde 36’dan daha yüksek olduğu görülecekti. Dolayısıyla, burada hesaplanan asgari ücret düzeyinin yılın ortasında mutlaka yeniden enflasyona göre düzeltilmesi şarttır. Mesele, bunun hangi kararlılıkla talep edilebileceğindedir.