Peki 2024 seçimlerine hangi ekonomik ve siyasi konjonktürde girilmektedir? Son açıklanan büyüme verileri, 2023 yılının son çeyreğinde yüzde 4 ve yılın bütününde de yüzde 4,5’luk bir ekonomik büyüme sağlandığını gösteriyor.

2024 yerel seçimlerinin ekonomi politiği

Türkiye bir aydan daha kısa zaman sonra AKP döneminde beşinci yerel seçimlerine gidecek. Önceki dört yerel seçimin ikisi iktidar partisi açısından zorlu geçti. 2009 yerel seçimlerinde ciddi oy yitirdi, ama bunun yol açtığı belediye başkanı kaybı sınırlı oldu. İstanbul ve Ankara’nın yitirilmemesi sanki seçimlerden kayıp vermeden çıkılmış gibi pazarlanabildi. On yıl sonra 2019 seçimlerinde bu defa hem oy kaybına uğradı hem de önemli büyükşehir belediyelerini kaybetti. Merkezî iktidarı çok uzun süredir elinde tutan ve kendisinden olmayan belediyeleri boğmak için elinden geleni yapan bir siyaset açısından bu kayıplar son derece kritik ve beklenmedikti. Özellikle de İstanbul ve Ankara’yı 25 yılı sonra elinden kaçırmış olması…  

2009, 2019 ve 2024 Seçimleri ve Konjonktürleri 

AKP oylarının 2007 genel seçimlerindeki yüzde 46,6 düzeyinden 2009 seçimlerinde yüzde 38,4 düzeyine (yani -8,2 puan) gerilemiş olması önemli bir uyarıydı. Bunun arkasında, 2008’in son çeyreğinde ve 2009’un ilk çeyreğinde GSYH’de görülen çift hanelik küçülmelerin etkisi vardı.

O günden beri AKP bırakalım küçülmeyi düşük oranlı pozitif büyüme konjonktüründe seçimlere gitmeyi bile çok riskli buldu. Bu nedenle seçimler öncesinde kredi-faiz ve kısmen yatırım politikalarıyla büyümeyi pompalayan politikalar içinde oldu. 2023 genel seçimleri öncesinde 1,5 yıl boyunca bu yönde yüksek dozlarda akla ziyan uygulamalar içine girmesi de bundandı. 

2019 yerel seçimlerinde AKP’nin gerilemesinin birinci nedeni kuşkusuz karşısında geniş bir siyasi ittifak kurulabilmesiydi. İkinci bir neden olarak, iktidar partisinin Haziran 2015 ve 2018 genel seçimlerinde TBMM çoğunluğunu yitirecek ölçüde bir seçmen kaybına uğramasının 2019 seçimlerine de yansımış olmasıydı. Bu süreçte iktidar partisi MHP’nin desteğini alarak Meclis çoğunluğunu koruyabilme olanağı bulabilmekteydi.  

Peki 2024 seçimlerine hangi ekonomik ve siyasi konjonktürde girilmektedir? Son açıklanan büyüme verileri, 2023 yılının son çeyreğinde yüzde 4 ve yılın bütününde de yüzde 4,5’luk bir ekonomik büyüme sağlandığını gösteriyor. Gerçi sınai büyümenin (yüzde 0,8 oranıyla) çok cılız kaldığını, tarımın (-0,2) gerilediğini, buna karşılık yıllardır kötü giden inşaat sektörünün depremin de etkisiyle canlandığını, finansman faaliyetleri ve hizmetlerle birlikte büyümeye katkı yaptığını görüyoruz. Bu verilerin toplumda karşılığı olması beklenemese de bir ekonomik küçülme ortamında olmadığımız açıktır. 2024’ün ilk çeyreğinde büyüme tempo kaybetse bile seçimlere genel bir ekonomik kötümserlik ortamında girilmediği söylenebilir.  

Ancak enflasyon açısından bir kötümserlik ortamı hâkimdir. Seçimlerden sonra bunun daha da şirazesinden çıkacağına, döviz kuru artışlarının da enflasyonu körükleyeceğine dair olumsuz beklentiler vardır. Hem kamunun denetimindeki mal ve hizmet fiyatlarının önünün açılacağı hem de doğalgaz ve elektrikte olduğu gibi kimi sübvansiyonlara son verileceği resmen açıklanmış durumdadır. Yılın ilk çeyreğinde ücret artışları, tarımsal desteklerin öne çekilmesi, kimi sosyal yardımlara yüklenilmesi gibi hamlelerin Nisan’dan itibaren tersine döneceğine dair kuşkular da zihinlerin gerisinde yerini almış görünüyor. Bakalım bu kuşkular mı yoksa seçim armağanları ve tehditleri mi seçmeni daha fazla yönlendirecek? Gerçi kuşkuların iktidara tepkiye dönüşmesi için dahi ayrı bir bilinç düzeyi gerekmekte. 

2024 seçimlerini belirleyen siyasi konjonktürün ise iki ayağı bulunuyor. Birincisi, 2019 fiilî ittifaklarını genişleterek 2023 seçimlerine giren muhalefet partileri, hezimet psikolojisi tam aşılabilmiş değiller. Buna karşılık, iktidar cenahı 2023 seçimlerinden elde ettiği zaferin özgüveniyle yerel seçimlere girmekte. İkinci siyasi ayakta ise, 2019 ve 2023 muhalefet ittifaklarının yerinde yeller esmesi ve Cumhur İttifakı’nın karşısında CHP’nin hemen hemen yalnız kalmış olması bulunuyor. Üstelik DEM ve İYİP’in CHP adaylarının oylarını bölecek şekilde genelde güçlü adaylar çıkarması da cabası. 

Ama gene de iktidar bloğu, mevcut CHP’li belediye başkanlarının performansının aleyhine çalışacağı kaygılarını ve İstanbul ve Ankara’da parlak adaylar bulamamanın sancılarını taşımakta. Siyasi partilerin tepelerinde ittifak yapılmamasının seçmen tabanında bir ittifakla telafi edilebilmesi olasılığı da uykularını kaçırıyor olabilir. Gerçi 2019 “yol kazasının” tekrarlanmaması için iktidarın her yolu denemeye devam edeceğini de akılda tutmak gerekir. 

Siyasi Yelpazede Sadeleşme başlayabilir 

Türkiye’de esas olarak beş siyasi akım bulunuyor: Dinci siyasi hareketler, milliyetçi siyasi hareketler, bir zamanlar merkez solda sayılan ama artık merkeze yerleşmiş bulunan (liberal ekonomik programları bakımından ise açıkça sağda yer alan) siyasi hareketler, Kürt siyasi hareketleri ve sosyalist hareketler (elbette komünistler dahil). Bu siyasi akımlar çok sayıda siyasi parti tarafından temsil ediliyorlar. Çoğunun esamesi bile okunmuyor. CHP’nin siyaset sahnesine hediye ettiği AKP artığı sağ siyasetlerin de 2023 seçimlerinden öte ömürleri olması beklenemez. 

Seçim sonuçları ne olursa olsun, 2024 yerel seçimleri siyasette sadeleşmenin yeni bir başlangıç noktası olabilir. 2028 genel seçimleriyle de bu süreç pekişecektir. Elbette küçük farklar nedeniyle kendini ayrı tanımlayarak var olma mücadelesi verenler veya liderlik yapma ihtiraslarını dizginleyemeyenler hep olacaktır. Ama milletvekili veya yerel yönetici çıkaramayan sağ siyasetler süreç içinde eleneceklerdir. Sosyalist hareketler için durum elbette farklıdır. Sınıf siyaseti yapan bu partiler varlıklarını seçilmiş temsilcileri olmasa, seçmen desteği çok zayıf kalsa da sürdürebilirler.  

Siyasi parti sayısından bağımsız olarak şunu iddia edebiliriz: Türkiye’de dinci ve milliyetçi sağ akımlar aşırı temsil edilmektedir. Ne Meclis’te ne de yerel yönetimlerde bu denli yüksek bir temsil oranına sahip olabilecek bir kitle tabanına aslında sahip değillerdir. Burada siyasi bir düzeltmeye ihtiyaç vardır. CHP’nin ana partiyi oluşturduğu sermaye yönlü merkez siyasette ise çok fazla genişleme potansiyeli bulunmamaktadır. Burada yüzde 25’lik düzey korunabilirse başarı sayılmalıdır. Olağanüstü bir durumda yüzde 30’a kadar gidilse bile bu ancak geçici olabilecektir (1970’lerdeki gibi yüzde 40 eşiğinin aşılması artık imkânsızdır çünkü Kürt seçmenleri artık kapsanamamaktadır). Kürt hareketi ise yüzde 10 civarında bir oy potansiyeline sıkışmış görünmektedir. AKP’nin daha dört yıl belirleyici olacağı süreçte, Kürt hareketinin AKP’den yeni bir “çözüm süreci” açılımı beklemesinin yansımaları mevcut yerel seçim sürecindeki saflaşmalara da yansımaktadır. 

Sosyalist hareketler ise Türkiye’de nicel ve nitel güçlerine göre çok yetersiz temsil edilmektedir. Bu partilere yakın seçmenler, her defasında “stratejik oy” kaygıları baskın geldiği için bir türlü kendi ideolojileri doğrultusunda oy kullanmamaktadırlar. Türkiye siyasetinde asıl düzeltme tam da burada yapılmak zorundadır. 31 Mart seçimleri buna kısmen bir başlangıç denemesi olabilir. 

3 Mart 1924’ün 100. Yıldönümü tam da sol tepkilerin daha görünür olmasının fırsatını sunabilir. MEB’in Diyanet ve her türlü tarikatla kol kola girerek sürdürdüğü dinci saldırıların zirve yaptığı bir dönemde (evrim karşıtlığı, gerici Diyanet fetvaları, ÇEDES rezaleti, vb), eğitim birliğinin ve laikliğin güçlü bir biçimde savunulması da solun omuzlarındadır.