İstanbul, hiç olmadığı kadar yerel seçimlerin merkezinde olacak görünüyor. AKP açısından siyasi ve ekonomik anlamları belli. Siyaseten İstanbul’u kaybetmeyi hiçbir zaman sindiremedi çünkü siyasi doğuşunun simgesel mekânı olan bir kentin kaybından daha fazlası söz konusu.

Yerel seçimlere doğru

AKP, seçmen desteği zayıflıyor olsa dahi, çeşitli ittifaklarla seçimleri almayı ve üstte kalmayı başardı şimdiye kadar. 2019 “yol kazasının” tekrarlanmaması için her yolu denemeye devam edecektir. Buna, oy pusulası için yapılan kurada gene ilk sırayı çekme hüneri de dahildir.

Siyasi etik tanımayan, Anayasa hükümlerine bile uymayabilen bir hareketten herhangi bir ahlaki/yasal kurala uyması beklenemez. Can Atalay vakasında işlenen katmerli hukuk cinayetlerinin son olarak TBMM’de işlenen siyasi cinayetle tescillenmesi, hukuk tanımazlığın sınır tanımayacağını gösteriyor. 

İstanbul: Siyasetin ve Ekonominin Merkezinde 

İstanbul, hiç olmadığı kadar yerel seçimlerin merkezinde olacak görünüyor. AKP açısından siyasi ve ekonomik anlamları belli. Siyaseten İstanbul’u kaybetmeyi hiçbir zaman sindiremedi çünkü siyasi doğuşunun simgesel mekânı olan bir kentin kaybından daha fazlası söz konusu. İnşası yolunda büyük mesafe kaydettiği İslamofaşist düzenin İstanbul olmadan tamamlanması mümkün değil. GSYH’nin dörtte birinin elde edildiği ve her türlü ekonomik rantın yoğunlaştığı “taşı-toprağı altın” bir kentin elde tutulamamasının yarattığı talan boşluklarının dikkate alınmaması hiç mümkün değil. 

Öte yandan İstanbul’un, Türkiye nüfusunun beşte birini barındırması bakımından demografik temsil değeri de çok belirleyici. Şöyle de kavranabilir: Yunanistan ve Bulgaristan’ın tüm nüfusunu İstanbul mikro-kozmosuna yığıştırın; üstüne AKP’nin demografik dönüştürme aracı olarak ülkeye yığdığı sığınmacıların en az iki milyonunu İstanbul nüfusuna ekleyin, bu toplamın sonucu yönetilemez bir mega-kenttir. “Yönetilemez” sıfatını tam hakketmesi için dünyanın tüm uyuşturucu baronlarının iktidarın vurdumduymaz işbirlikçiliği altında serpildiğini; Afganistan’dan Fas’a kadar geniş Ortadoğu’nun her türden İslami Cihat örgütünün ellerini kollarını sallayarak yapılandığı ve büyük güçlerin (veya bölge güçlerinin) kullanışlı aygıtlarına dönüştürülebildiği bir ülke ve kent düşünün. Sarıyer’de Santa Maria Kilisesi’ne yapılan IŞİD saldırısının benzerlerinin tekrarlanması önlenebilir mi? Ve bu kente “Kanal İstanbul” üzerinden yeni uydu kentler ve ilave milyonlarca nüfus yığmayı vaat eden bir siyasetin hâlâ alıcısı olabilir mi? (Alıcısı pek olmayacağı için AKP adayı seçim öncesinde bunu dillendirmeye bile cesaret edemiyor ama arazi rantları peşinen pazarlandığı için vazgeçmeleri güçtür).  

İstanbul elbette anamuhalefet partisi açısından da kritik önemde. CHP’nin seçim sonrasında bir krize girip girmemesi de dahil olmak üzere taşıdığı belirleyici önem herkesçe biliniyor. Bu durum şimdiden CHP içi saflaşmaları dahi etkiliyor. Ama daha önemlisi, henüz 8 ay önce bir ittifak içindeymiş gibi davranan muhalefet bloğunun sağ partilerinin şimdi anamuhalefete kaybettirmek üzerinden siyaset yapmaya başlamalarının da gösterdiği gibi, ilkesiz sağ ittifaklar hiçbir kalıcı demokratik kazanım sağlayamaz (Geçen BirGün Pazar yazımızda, “Sağın ekonomik kriz üretme potansiyeli”ne dikkati çekmiştik). Sağ partilere ulufe gibi milletvekillikleri dağıtan önceki CHP yönetiminin bu ilkesiz ittifaktaki tarihsel hatasının bu kadar kısa sürede kanıtlanmış olması bile hızlandırılmış bir siyaset dersi niteliği taşıyor. Tabii ders almasını bilenler açısından. 

Belediye Meclislerinin Oluşumu Demokratik Değil 

Belediye Meclislerinin, özellikle de İmar Komisyonlarının rant kovalama merkezleri olmasından söz etmiyoruz. Burada Belediye Meclislerinin oluşumunu düzenleyen yasanın demografik ağırlıkları gözetmeyen anti-demokratik yapısından söz etmek istiyoruz. 

ANAP/Özal döneminde 1984 tarihinde yürürlüğe giren 2972 Sayılı “Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkındaki Kanun”un 5/b maddesinde belediye meclislerinin üye sayısı beldelerin nüfus büyüklüklerine göre sekiz dilim halinde düzenlenmektedir. Yasada üye sayılarının nüfusa orantılı olarak belirlenmesinden ziyade, asgari ve azami meclis büyüklükleri esas alınmış durumdadır (İl Genel Meclisleri de benzer biçimde belirlenmektedir). Buradaki konumuzu asıl ilgilendiren, Büyükşehir Belediye Meclislerinin üye yapılarıdır. Ama onları belirleyen de ilçe belediye meclislerinin üye sayılarıdır. 

2972/5’e göre son genel nüfus sayım sonuçlarına göre beldelerin (ilçeler için de beldedir) belediye meclisleri sekiz grupta toplanmaktadır. Buna göre nüfusu 10 bine kadar olan beldelerde meclis üye sayısı dokuz iken nüfusu bir milyonu aşan beldelerde 55’tir. Sadece 10 bin ile 1 milyon eşikleri karşılaştırıldığında nüfus büyüklükleri arasında 100 kat fark varken, 9 ile 55 üyeli belediye meclislerinin arasında sadece 6 kat fark vardır. Nüfus yapısının ve kentleşme oranının hızla değiştiği bir ülkede, 100 bin nüfusun altında 4 ayrı belde kategorisi ayırt etmenin, bir milyonu aşan beldelerde ise sadece 55 üyeli meclisler oluşturmanın haklılığı tartışılabilir. Ama belde meclislerinin üye sayıları kendi başına gene de büyük bir sorun değildir; sorun, bu dağılım esas alınarak “büyükşehir belediye meclisine katılacak üye sayısının” belirlenmesindedir,  

Bu, çok ciddi bir “temsilde adalet” sorununa yol açmaktadır.  Nitekim 2972 sayılı kanunun 6. maddesi, “Büyükşehir belediye meclisleri belediye hudutları içinde kalan ilçe seçim çevreleri için tespit edilen belediye meclisleri üye sayısının her ilçe için beşte biri alınmak suretiyle bulunacak toplam sayı kadar üyeden teşekkül eder” düzenlemesini getirmektedir. Dolayısıyla bu durum düşük nüfuslu ilçelerin büyükşehir meclislerinde aşırı temsiline yol açarken kalabalık nüfuslu ilçelerin görece düşük temsiline neden olmaktadır.  

Örneğin 10 bin nüfuslu bir ilçe, büyükşehir meclisinde 2 üyeyle temsil edilirken, 1 milyonu aşkın bir ilçe sadece 11 üyeyle temsil edilmektedir (2’ye 11 oranı). Birincisinde ortalama her 5 bin nüfusa, ikincisinde her 100 bini aşkın nüfusa 1 büyükşehir meclis üyesi düşmektedir. Her ilçenin belediye başkanının doğrudan büyükşehir belediye meclisi üyesi olduğu da düşünüldüğünde temsilde adalet dengesizliği daha da büyümektedir. Yukardaki örnekte 10 bin nüfuslu ilçeyi 3 üye, bir milyonu aşan ilçeyi 12 üye temsil etmektedir (3’e 12). Nüfus farkı en az 100 kat olurken temsilci üye sayısı arasında yalnızca 4 kat fark vardır. 

Bu düzenleme, büyükşehirlerin çeperlerindeki kırsal ağırlıklı nüfusun büyükşehir meclislerinde hak etmedikleri bir ağırlığa sahip olmalarına yol açmaktadır. Bunun anlamı büyükşehirlerin dengeli yönetimi ve planlaması bakımından teknik bir çarpıklığın ötesine geçmektedir çünkü sağ partiler daha güçlü oldukları dış ilçeler üzerinden avantajlı kılınmaktadır. Böylece, büyükşehirin nüfusu çok kalabalık merkez ilçelerinin onayını almış bir büyükşehir belediye başkanının meclis çoğunluğuna sahip olamaması sorunu sıklıkla yaşanmakta ve bir yönetim krizi oluşmaktadır.   

Merkezî iktidarı elinde tutan AKP türü despotik partiler, yerel meclisler üzerinden de “muhalif” belediye başkanları üzerinde baskılar kurabilmektedirler. Temsilde adaletsizlik yaratan bu düzenlemenin DYP-SHP koalisyonu (1991-95) veya Ecevit koalisyonu (1999-2002) dönemlerinde hiç gündeme getirilmemiş olması tam bir politik körlük niteliğindeydi. Şimdi “bunun için artık AKP sonrasını beklemek gerekecektir” bile diyemiyoruz, çünkü AKP düşse bile muhalefetin siyasi eyleminin bu konuda ortaklaşabileceğine inanmak zordur. 

Bu koşullarda girilecek olan 31 Mart Seçimlerinde benzer sorunlar yeniden üretilecek, büyükşehir belediye başkanlıklarının ana muhalefetçe kazanıldığı birçok yerde belediye meclislerinde çoğunluk sağlanamayacaktır!