Her dört kişiden birinin “atıl işgücü” kapsamında olması yeterince uyarıcı bir toplumsal bunalım göstergesidir. Ancak uygulanan örtük IMF programının 2024’ten itibaren işsizliği çok daha yukarılara taşıması ufukta görünmüştür. Dolayısıyla bugünkü tablonun fırtına öncesindeki sessizlik olarak tanımlanması da mümkündür.

TÜİK nüfus ve işgücü verilerinin anlamları

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 6 Şubat 2024’te yayınladığı Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi verileriyle 2007-2023 dönemini ilgilendiren demografik gelişmeye kısmen ışık tutmuş oldu. Bu verilerin çarpıcı olanları medyada yer buldu. En iyi analizi 8 Şubat tarihli BirGün’de değerli gazeteci Ozan Gündoğdu “Demografik deprem şiddetleniyor” başlığı altında yaptı. Şimdi biz de bu verileri madde madde yorumlamaya çalışacağız. 

Buna geçmeden önce verilerin sınırlarını çizelim: 2023 için açıklanan 85,4 milyonluk nüfus Türkiye’de ikamet eden resmî kayıtlı 1,6 milyonluk yabancı nüfusu içermediği gibi, 6 milyondan aşağıda olması mümkün görünmeyen sığınmacı statüsündeki Suriyeli/Afgan/Iraklı/vs nüfusu da kapsamamaktadır. Dolayısıyla, 2023 itibariyle Türkiye’de ikamet eden toplam nüfusun 93 milyonun altında kalma olasılığı yoktur. Ama aşağıdaki değerlendirmeler, yalnızca 85,4 milyonluk nüfusun gelişme dinamiklerine ilişkindir. 

Nüfus Verileri Ne Anlatıyor? 

TÜİK verilerinin ilk sonucu, Türkiye’de nüfus artış hızının 2020’li yıllardaki dramatik düşüşüdür. Nüfus artış hızı epeydir yavaşlama eğilimine girmiş olmakla birlikte 2020 öncesinde yıllık artış hızı ortalama binde 12’nin altına gerilemiş değildi. Oysa 2020-2023 dönemi ortalaması artık binde 6 dolayında olup 2021 yılı dışarda bırakılırsa binde 4’e kadar düşmektedir. Pandeminin şiddetli etkisi altındaki 2020 yılında binde 5’ten (Pandemi sonrası toparlanmanın etkisiyle) 2021’de binde 12,7’ye çıktıktan sonra 2022’de binde 7,1 ve 2023’te binde 1,1 olmaktadır.  

Mutlak verilere göre ise, 2013-2019 döneminde yıllık ortalama nüfus artışı 1 milyon 81 bin düzeyindeyken pandeminin ilk yılı olan 2020’de 2019’a göre bunun 459 bine gerilemesinin gösterdiği şey, pandeminin yol açtığı ölüm sayısının resmî verilerde açıklananın iki-üç katını bulduğudur. 2021’de yeniden 1 milyon 66 binlik yıllık nüfus artışına ulaşılması ya önceki dinamiklere dönüşün habercisidir ya da pandemi krizinin telafisine yönelik geçici bir doğurganlık artışıdır. 2022’de nüfus artışının 599 bine düşmesi, üstelik 2023’te 93 bin kişiyle sınırlı kalması, eğer veriler güvenilirse, nüfus dinamiklerinde çok şiddetli bir kırılmaya işaret etmektedir.  

Nüfus artış hızının binde 10’nun altına inmesi ile binde 1 dolayına gerilemesi arasında kuşkusuz çok ciddi bir nitelik farkı vardır. 2022’de zaten çok düşmüş olan nüfus artış hızının 2023’te çok daha köklü bir düşüşe geçerek birçok Avrupa ülkesinde görülen sıfır artış noktasına geriliyor görünmesi kuşkusuz açıklanmaya muhtaçtır. TÜİK bize buna dair bir yorum getirmemektedir. Ozan Gündoğdu bu gerilemenin nedenlerini sorgularken, 6 Şubat 2023 depreminde ölü sayısının açıklanan rakamları aşmış olma ihtimalinin ve yurtdışına göç eden vatandaş sayısının son yıllarda artmasının bu büyük gerilemeyi açıklayamayacağını ifade edip son iki yıldaki yüksek enflasyonist ortamın doğurganlık üzerindeki olumsuz etkilerinin de sorgulanması gerektiğinin altını çizmektedir.  

Enflasyon yerine reel gelir düzeylerinin gerilemesini (veya hayat pahalılığın artışını) koyarsak sanırım daha kalıcı bir etkene yer vermiş oluruz. Ancak hayat pahalılığı artışının ve çocuk yetiştirme maliyetlerinin (eğitim, sağlık, giyim, gıda harcamalarının) yükselmesinin doğurganlık üzerindeki çok muhtemel olumsuz etkilerinin bir yıldan diğerine bu kadar çabuk devreye girmesi gene de şaşırtıcı olurdu. Evli nüfus oranının 2022’de yüzde 64’ün üzerinden hemen 2023’te yüzde 61 düzeyine gerilemesi de ekonomik bunalımın evlilikler üzerindeki caydırıcı etkisini gösteriyor olabilir. Öte yandan, nüfus artışındaki gerilemeyi 2020 pandemi krizinden itibaren çalışmaya başlayan doğurganlık kriziyle birleştirmek belki daha açıklayıcı olabilir. Daha öncelerden gelen etken ise, kentleşme hızının yükselmesi ve kentlerdeki yaşam koşullarına uyum sürecindeki ailelerin nüfus planlamalarının bundan doğrudan etkilenmesidir.  

Kuşkusuz ortalamalar farklılıkları da gizler. Ama bu durum ülkenin Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerindeki kimi illerde doğurganlık oranlarının ülke ortalamasının hayli üzerinde kalmaya devam ettiğini görmemizi engellememelidir. İllere göre ortanca (medyan) yaşa bakarak da bu durum anlaşılabilir. Türkiye ortalaması olarak ortanca yaş 2023’te 34’e çıkarken, bu bölgelerde yer alan beş ilde (Şanlıurfa, Şırnak, Ağrı, Siirt, Muş) ortanca yaş 21-24 arasındadır. Oysa doğurganlığın Türkiye ortalamasının çok altında kaldığı beş ilde (Sinop, Giresun, Kastamonu, Artvin, Balıkesir) ortanca yaş 41-42 düzeyindedir. Bu farklılıklara rağmen, ana eğilim olarak çocuk nüfusunun toplam içindeki payının 2007’de yüzde 26,4’ten 2023’te yüzde 21,4’e gerilediği, buna karşılık 65 yaş ve üstündeki nüfusun payının yüzde 7,1’den yüzde 10,2’ye yükseldiği görülmektedir.  

Bazı Sonuçlar 

Bunun kuşkusuz sosyal güvenlik sistemi üzerinde sonuçları olacaktır. İşgücü üzerindeki etkileri ise şimdilik oldukça sınırlıdır. Nitekim çocuk nüfusun payındaki azalış yaşlı nüfusun payındaki artıştan daha hızlı olduğu için, 2007-2023 dönemi arasında 15-64 aralığındaki çalışabilir nüfusun payı yüzde 66,5’ten yüzde 68,3’e yükselmektedir. Ancak ilerde yaşam umudunun artışına bağlı olarak bu denklem tersine çevrilebilir ve çalışabilir yaştaki nüfusun payı azalabilir.  

Tam da burada iktidarın “her aileye en az üç çocuk” kampanyası ile göçmen politikalarının birbirlerini tamamlayıcı rolleri üzerinde durmanın sırasıdır. Kentleşmenin yüksek ivmesi altında evrilen sosyal/kültürel dinamiklerin ve ağırlaşan ekonomik koşulların etkisiyle, doğurganlık artışında istenen sonuçlara ulaşılamamıştı. Dolayısıyla 2011 sonrasında Suriyeliler başta olmak üzere sığınmacılara kapıların ardına kadar açılmasında, Türkiye’deki nüfus dinamiklerinin hızla Avrupa’daki dinamiklerle benzeşmesini telafi etme kaygılarının ön planda olduğunu söyleyebiliriz. Bu kuşkusuz sermayenin de talebiyle örtüşmekteydi. Siyasal İslamcı iktidarın buna eklenen bir hedefinin de demografik yapının değiştirilmesi üzerinden İslamcı toplumsal dayanaklarının pekiştirilmesi ve seçmen desteğinin konsolide edilmesi olduğunu saptayabiliriz. 

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın açıklamalarına göre 2023’te sosyal yardımlardan yararlanan hane sayısının 4,4 milyona ulaştığını, bunlardan 3,5 milyonunun “düzenli yardımlar” kapsamında olduğunu, yardım alan kişi sayısının 17,6 milyona yani nüfusun yüzde 21’i düzeyine vardığını dikkate alırsak –her ne kadar sosyal yardımların kamu harcamaları içindeki payı çok sınırlı kalsa dahi– muhtaçlık ilişkilerinin nasıl siyasi istismara dönüştürüldüğünü daha iyi anlayabiliriz (Sığınmacılar için AB destekleri de benzer amaçlara hizmet etmektedir). 

İşgücü verileri neyi gizliyor? 

TÜİK, Aralık 2023 itibariyle dar tanımlı işsiz sayısını 3,1 milyonda yani yüzde 8,8 oranında tutmasına rağmen, geniş tanımlı işsizlik 9,7 milyon kişiye yani yüzde 24,7’ye ulaşmış bulunuyor. İki tanım arasındaki açıklık şimdiye kadar görülen en yüksek düzeye çıkarak 15,9 puana ulaşmış durumdadır. Her dört kişiden birinin “atıl işgücü” kapsamında olması yeterince uyarıcı bir toplumsal bunalım göstergesidir. Ancak uygulanan örtük IMF programının 2024’ten itibaren işsizliği (hem dar hem geniş anlamda) çok daha yukarılara taşıması ufukta görünmüştür. Dolayısıyla bugünkü tablonun fırtına öncesindeki sessizlik olarak tanımlanması da mümkündür. İktidar bloğunun seçimler sonrasında emek kesimini kontrol altında tutabilmek için bugüne kadar olduğundan çok daha sert bir emek rejimi programı uygulayacağının tüm işaretleri birikmiştir.