Küreselleşmenin kitleler üzerinde yarattığı endişenin de sağın yükselmesine katkısı büyük oldu. Küresel krizin sorunlarından Avusturya da etkileniyor, bu da gittikçe “küresel sermayeye” kapalı bir modeli, siyasal anlamda da “milliyetçiliği” yükselen bir değer haline getiriyor

Avusturya seçim sonucu Avrupa için moral oldu

Avusturya'daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aşırı sağcı lider Norbert Hofer’in yenilgiye uğraması Avrupa’da sağın gerilemesi olarak yorumlanmamalı. Başta Yeşiller olmak üzere irili ufaklı sol partilerin zaferidir bu kuşkusuz ama adı geçen ülkede sağın hem de her tonuyla büyük bir çoğunluğa sahip olduğu unutulmamalı.

Hofer eğer kazansaydı İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana, Avrupa'da seçilen ilk aşırı sağcı devlet başkanı olacaktı deniyor. Ama seçimlerde beklenen olmadı, cumhurbaşkanlığı seçimlerini sol görüşlü Van der Bellen kazandı. Bir badire atlatılmış oldu ancak bu Avusturya’da sağın hala çok güçlü olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Oy oranları arasındaki farkın azlığı bir hayli dikkat çekici. Bellen yüzde 53.3 oy almışken Hofer yüzde 46.7 oy aldı. Hofer’in oyu hiç ama hiç az bir oy değil. Yani sağın yenilgisi aslında pek de öyle rahatlatıcı bir yenilgi değil.

Hofer’in Özgürlük Partisi aşırı sağcı bir parti. Bu parti 2006’dan beri ciddi bir yükseliş gösteriyor. Ülkedeki Türk nüfusa, Müslümanlara yönelik çok sistemli bir karşıtlık yürütmesine borçlu bunu. Ülkenin egemenliğinin AB’ye teslim edildiğini ileri sürerek keskin bir AB karşıtlığı güttü. Bunun kitleler üzerinde etkili olduğu zaman geçtikçe anlaşıldı. Partinin lideri Heinz-Christian Strache, Viyana’da bir göçmen mahallesinde yapılan seçim mitinginde “bu sokaklarda Viyana şnitzeli satılırdı, şimdi dönerciden, kuskusçudan geçilmiyor” demişti. “Saf Avusturya kültürü”nü bozan unsurlardı bunlar yetkiliye göre. İşinin yabancılar yüzünden elinden alındığını düşünen sıradan Avusturyalı için dönercinin, kuskusçunun hedef olması doğal oldu haliyle.

Bu parti ülkede sadece göçmen karşıtlığı üzerinden değil, dinler savaşını kışkırtan tutumuyla da ciddi bir tehlike. Bu politika doğrultusunda kısa vadeli hedefleri için göçmenler arasında da din kaynaklı bölünmeler yaratabildi. En azından denedi. Örneğin Hıristiyan Yugoslav işçilere, ülkedeki Müslümanlara karşı bir Hıristiyan Birliği kurulması gerektiği propagandasını yaptı. Ülkede cami yapımına, mevcut camilerin minarelerinin uzunluğuna yönelik kampanyalar da düzenlemişti.

Tüm bunlar sağcılığın toplumda ciddi bir damar yakalamasına yardımcı oldu. O nedenle Özgürlükler Partisi ciddiye alınmaması olanaksız bir güce dönüştü. 2008 seçimlerinde de büyük sıçrama yaptı bu parti.

Başarılı olmasının nedeni sadece göçmen karşıtlığı ya da yabancı düşmanlığı değil elbette. Ülkede koalisyonlarla işlemez hale gelen siyasal sistemin de bu partinin bir çözüm merkezi olarak görülmesinde bir payı var. Mevcut siyasal krizlerin yıprattığı merkez partiler karşısında alternatif olması anlaşılabilir. Çünkü kamuoyu istikrar deyince tek parti hükümetini anlıyor, koalisyonlara sıcak bakmıyor.

Küreselleşmenin kitleler üzerinde yarattığı endişenin de sağın yükselmesine katkısı büyük oldu. Küresel krizin sorunlarından Avusturya da etkileniyor, bu da gittikçe “küresel sermayeye” kapalı bir modeli, siyasal anlamda da “milliyetçiliği” yükselen değer haline getiriyor.

Bu milliyetçiliğin kullandığı dil de çok ilginçtir. Özgürlükler Partisi’nin lideri Heinz-Christian Strache, kendisini “Che’nin devamcısı” bir “devrimci” olarak tanımlıyordu örneğin. Milliyetçilikleri kapitalizm karşıtlığıyla gizleniyor, sorunların kaynağının kapitalizm olduğunu düşünenleri de yanına çekebiliyordu. Bazı sosyal demokrat grupların kapitalizm karşıtlığında(!) sağcı partilerle ortak bir zeminde buluştuğuna da tanık olundu zaman zaman.

Özgürlükler Partisi’nin rekabetçi sisteme karşıtlığı kimlik, din, milliyet üzerinden sürdükçe yayılması hızlandı. Bu yanıyla da göçmen karşıtlığıyla yabancı düşmanlığı toplumda destekleyicilerini bulabildi. Kapitalizm karşıtı olduğunu söylerken kapitalizme hesaplaşmak yerine, emek üretim sürecinde yer alan, bu yanlarıyla da ülkenin gelişmesine katkısı olan göçmenlere yönelindi. Ülke işçi sınıfına, pazarlık güçlerini düşüren etken olarak yabancılar, göçmen işçiler gösterildi.

Son yıllarda Ortadoğu’da yaşanan çatışmalardan kaçarak ülkeye sığınanlar, zaten var olan göçmen kaynaklı sorunları(!) arttıran bir gelişme olarak değerlendirildi. Buradan hızla gelişen bir İslamofobik ortam yaratıldı. Böylesi bir ortamda seçime giren Özgürlükler Partisi, maalesef Müslüman olmayan kimi göçmenlerden de oy almayı başarabildi, özellikle 2008 seçimlerinde. İşçi semtlerinde de, yabancı işçiyi “yerli, işçinin” rakibi gösterme başarısı sandıkta ikinci Parti yaptı Özgürlükler Partisi’ni.

Avrupa aşırı sağının son yıllarda bir taktik değişikliğine gittiği, tüm göçmenler yerine, din temelinde ayrımlar yaparak örneğin Müslüman göçmenleri hedef aldığı görülüyor. Bir “Hıristiyan enternasyonalizmi” geliştirme konusunda Avrupa aşırı sağı önemli mesafeler kat etti.

Hofer yeniden deneyecek

Hofer’in sembolik bir önemi de olsa Avusturya Cumhurbaşkanlığı’na adaylığını koyacak güce erişmesi, seçimi de “kıl payı” denecek bir oranla kaybetmesi bir hayli önemlidir. Hofer, Nisan ayında yapılan ilk turu kazanmış ancak Mayıs ayındaki ikinci turda yaklaşık 31 bin oyla kaybetmişti. Özgürlük Partisi seçimde posta yoluyla kullanılan oylarda usulsüzlükler yapıldığı iddiasıyla sonuca itiraz etmiş ve Anayasa Mahkemesi Temmuz ayında bu itirazı kabul ederek, seçimleri iptal etmişti. Yani kıl payı değerlendirmesinde bir abartı yok bu sonuca göre. Hofer burada bırakmayacak tabii. Altı yıl sonra da adaylığını koyacağını söyledi zaten.

Kendi içinden ciddi krizlerle boğuşan AB’nin, Avusturya’daki başta Yeşiller olmak üzere destekçileri kazandı bu seçimi. AB için bunun çok değerli bir moral unsuru olduğu inkar edilemez. Bellen, AB değerleri doğrultusunda çalışacağını da açıkladı.

Sonuç olarak seçimin sonuçlarının Avusturya’da aşırı sağ durdurduğu ama geriletmediği görülüyor.

***

İtalya’daki referandumun AB açısından sonuçları olacak

İtalya’da seçmenler Matteo Renzi’nin Anayasa’da değişiklik yapmasına izin vermedi. Konuya ilişkin olarak düzenlenen referandumda sandığa giden seçmenlerin yüzde 60’ı “hayır” oyu kullandı.

Ülkede çift meclisli bir sistem var, parlamento ile senato olmak üzere. Renzi uzun zamandır senatoda zaman zaman karşılaşılan ve hükümetin çalışmalarını olumsuz anlamda etkidiğini söylediği senatonun etkisini kırma amacıyla bir anaysa değişikliği peşinde. Bundan amaç yasama sürecini hızlandırmaktı. Yani senatonun yetkililerini kısacak bir değişiklikti istediği.

Ancak anayasa değişikliğine karşı çıkanlar, referandum öncesi kampanyalarda tüm gücün tek bir kişide yani Renzi’de toplanacağı gerekçesini öne sürdüler, bu konuda da görülüyor ki seçmeni ikna ettiler. Değişikliğe karşı çıkanların içinde eski başbakan sağcı politikacı Berlusconi de vardı komünistler de. Elbette Berlusconi’nin referandumda hayır demesi senatonun hükümeti engelleme işlevinin ( o buna denetleme diyor) sürmesinden yana oluşuyla ilgili. Komünistlerin “hayırcı” olmalarının nedeni ise Renzi yerine daha sonra gelecek sağcı bir başbakanın senato engeline takılmadan diktatörleşeceğini düşünmüş olmaları. Yoksa sağcılar ile komünistlerin elbette ideolojik bir birliktelikleri yok.

Hayırcıların kaygılarında haklılık payı var. Renzi sol eğilimli olsa da neoliberal politikalar izliyor, tıpkı diğer AB liderleri gibi. Ülke solunun itirazı her şeyden önce buna. Şimdi Renzi daha önce verdiği söz uyarınca başbakanlık görevinden istifa edecek. Tabii bu kararın yansımaları önce Avro üzerinde görüldü. Avro büyük değer kaybetti haliyle. Reuters'a göre; 1.0685 dolar ile açılan Euro, bir ara 1.0505 dolara kadar düşerek, son 20 ayın en düşük seviyesine indi. Ardından hafif bir yükselişle 1.0539 dolara çıktı. Bu, aynı zamanda Euro'nun Haziran'dan beri yaşadığı en büyük günlük düşüş oldu.

İtalya siyasal krizlerle çok sık karşılaşan bir ülke. Geçtiğimiz yıllarda ülkede bölünmeyi savunan Kuzey Ligi Partisi’nin yarattığı endişeler konuşuluyordu. Bu parti ülkenin kuzeyini ülkeden ayırmakta hala kararlı. Yakın bir tarihte yeniden güçlenebilir. Renzi’nin istifasından sonra ülkenin seçime gitmesi bekleniyor. Avrupa Sol Partisi’nin İtalya kanadı referandum sonuçlarının hemen ardından seçim yapılması çağrısında bulundu. Referandum sonuçları hükümeti etkilememekle beraber Renzi için bir anlamda güvensizlik oylaması gibi anlaşıldığından seçimlerin yapılması kaçınılmaz görülüyor.

Ancak yapılacak bir seçimde geçtiğimiz yıllarda büyük başarı sağlayan Beş Yıldız Hareketi’nin karlı çıkacağı düşünülüyor. Popülist bir oluşum Beş Yıldız Hareketi, İtalya’nın Avro bölgesinden ayrılmasını savunuyor. Eğer seçimleri kazanıup iktidar olursa b u konuyu da referanduma götüreceğini söylemişti. Yani Renzi, hükümetin ayakbağı olduğunu düşündüğü senatodan kurtulayım derken ülkesinin savunucusu olduğu AB üyeliğini kaybetmesine yol açan bir süreci başlatmış oldu.

İtalya’yı, dolayısıyla AB ülkelerini heyecanlı günler bekliyor.