Her şeyden önce Oliver’ı canlandıran Barry Keoghan’ın, aynı anda ürpertici, seksi, tuhaf, gerçek ve korkunç olabilme becerisini övmemiz şart.

Bacchus çılgınlığı ve tragedya
Saltburn (Fotoğraf: IMDb)

Senenin en ilgi çeken filmlerinden olan “Saltburn” hakkında konuşmanın zamanı geldi. Yönetmen Emerald Fennell bir önceki ilk filmi “Promising Young Woman”dan devraldığı kara mizah, psikolojik gerilim ve sosyal yorumları birleştiren tarzını bu filmde de devam ettirmiş. Amazon’un sağladığı olanaklar ile, filmin estetik ve gösterişinin daha fazla göz alıcı olması da tüm bunların üzerine eklenmiş. Fennell’ın, iki filminde de özgüvenli hikâye anlatımı olduğunu söyleyebiliriz, güçlü karakter gelişimlerini iyi takip ettiği ve görsel açıdan da çarpıcı sinematografiye oldukça önem verdiği de aşikâr. Belki henüz ne kadar iyi bir hikâye anlatıcısı ve yönetmen olduğuna tam ikna olamadığımdan dolayı kendisini yetenekli bir filmci olarak görmeyi ve neler yapacağını biraz daha izlemeyi tercih ediyorum.

LOSEY’NİN DÜNYASI BU

Öncelikle filmin anlamına, temalarına baktığımızda; sınıf farkları, güç, toplumsal normlar ve bu normlara uyma çabasının öne çıktığını görüyoruz. Ve tüm bu temaların toplandığı ve çarpıştırıldığı yer olan “Saltburn" malikasine giriyoruz.

Bu büyük temalar söz konusu olduğunda biraz duraksıyorum ve filme tekrardan baktığımda içime sinmiyor ve filmin tüm göz alıcılığını soyunca “Saltburn” filmi biraz hafif kaldı. Bu temalar çevresinde, çok daha iyi yazılmış hikâyeler okuduğumuzdan ve izlediğimizden olsa gerek. Çok daha iyi düşünülmüş, daha olgun hikâyeler okuduğumdan ve izlediğimden olsa gerek. Bu temaların çarpıştığı çok özel bir dünyayı, İngiliz yazar L.P. Hartley’nin 1953 yılında kaleme aldığı "The Go-Between” romanı ile bizlere sunmuş olduğunu bilmekte fayda var. 20. yüzyılın başlarındaki İngiliz toplumunda sınıf farklarını ve toplumsal normları işleyen hikâyede, orta sınıftan Leo Colston'un zengin bir ailenin malikanesinde yaz tatili geçirdiği sırada; gizli bir ilişki ve bu ilişkinin getirdiği sınıfsal zorluklar konu alınıyordu. Harold Pinter, 20. yüzyılın ortalarından itibaren İngiliz tiyatrosuna önemli katkılarda bulunmuş ve modern tiyatro dünyasının etkili bir figürü. “Saltburn” gibi bir filmden bahsederken, Pinter’ın senaryolaştırdığı "The Go-Between” romanını, harika yönetmen Joseph Losey’nin gözlerinden gördüğümüz aynı isimli filmi de gözden kaçırmamak gerek. Hatta, yönetmen Joseph Losey’nin, bir kez daha sınıfsal çatışmaları ve güç dinamiklerini incelediği bir diğer filmi "The Servant”ı da. İşte bu sebeplerden, “Saltburn”, Joseph Losey'nin sinemasının bir nevi renkli ve modern sunumu gibi geldi bana. Buna pek yakın bir duyguyu, Ruben Östlund’un “Hüzün Üçgeni” (Triangle of Sadness) filminde hissetmiştim ve “Bu seviyedeki yönetmenden beklenen, topluma hatta gelecek toplumlara belli bir ölçüde projeksiyon sunmak olmalı” demiştim.

GÜZELLİK OBSESYONU

“Saltburn”, İrlandalı aktör Barry Keoghan’ın canlandırdığı Oliver’ın dördüncü duvarı yıkan bir sahnesi ile açılıyor. Oliver’ın direkt olarak seyirciye seslendiği bu sahnede Felix (Jacob Elordi) ile ilgili söyledikleri merak uyandırıyor ve hikâyeyi izlemeye kafamızda “Acaba Oliver ne yaptı?” sorusuyla başlıyoruz. Oliver ve Felix’in genç Oxford Üniversitesi öğrencileri oldukları geçmişe geçtikten sonra, Felix’in yaşadığı büyük malikaneye taşınıyoruz. Oliver’ın Felix’e kara sevdasının tam anlamıyla bir obsesyon halini aldığı ve Felix’in ailesinin Oliver’ı içlerine almaya başladığını izliyoruz. Ve filmin, tragedya ve ironi, tansiyon ve atmosfer, beklenmedik hikâye gelişimi ile etkileyici bir hal alarak finale kadar emin adımlarla ilerlediğini görüyoruz. Filmdeki oyunculuklar çok iyiydi. Herkesten önce Oliver’ı canlandıran Barry Keoghan’ın, aynı anda ürpertici, seksi, tuhaf, gerçek ve korkunç olabilme becerisini övmemiz şart. Filmin, güzellik obsesyonu ayağını oluşturan Jacob Elordi’nin erotik görselliği bir yana, son derece komplike bir karakter olan Felix’i çok başarılı bir şekilde canlandırmış. İyiliği ama aynı zamanda da gücü elinde tutan bir karakter Felix. En ufak bir eleştiri alana kadar etkileyici, sevilesi olan, bir nevi, hikâyenin kralı. Annesi Elspeth’in, öğrenilmiş normalliğini çılgınca canlandıran Rosamund Pike’ı ve de adeta Saltburn malikanesinin ruhunu temsil eden uşak Duncan’ı canlandıran Paul Rhys’ı da ayrıca anmak gerek. Avizelerdeki sinek yapışma kağıtlarından, mermer büst üzerindeki komik şapkalardan, Colgate diş macununa kadar tüm set tasarımı detaylarından da bahsetmek gerek. Oxford’daki bar sahnesi, Saltburn’e ilk giriş sahnesi, aile ile ilk buluşma, Oliver-Farley dinamiği, banyo sahnesi, mezar sahnesi ve elbette ‘Murder on the Dance Floor’ şarkısının çaldığı final sahnesi detaylı bir şekilde tartışılmayı hak edenleri bu filmin. Filmi izlemekten keyif aldım, sadece entelektüel bir doyumun verdiği tadı bu filmde bulamadım.

FİNALİNE DAİR

"Saltburn"daki Oliver karakterinin dansını izlerken, aklıma ‘Bacchus çılgınlığı’ geldi. Bu kavram, sadece eski mitolojik figürlerle sınırlı kalmayıp, insanların dünya ve yaşamla kurduğu ilişkilerin temel farklılıklarını ifade eder. Nietzsche'nin yazılarında Dionysosçu olan, Apolloncu olanın aksine, insan doğasının kaotik, içgüdüsel ve irrasyonel yönlerini temsil eder. Nietzsche’nin “Tragedyanın Doğuşu”nda tragedyanın temelinde, insanın varoluşunun absürdlüğü ve yaşamın tiksinti uyandıran yönleri yer alıyor. İnsan bu acının etkisiyle kendinden geçer ve Dionysos’un temsil ettiği şeye dönüşür; varoluş acısına ve bilginin öldürücülüğüne. Filmde Oliver'ın doğumgünü partisi ve finaldeki dansı, bu Dionysosçu bakış açısının bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor gibiydi. Toplumsal normlardan kaçınmayı ve insanların içsel tutkularıyla bağlantılı olmayı ifade ediyordu. Bir de aklıma, Euripides’in "The Bacchae" (Bakkhalar) adlı eserinde anlatılan Thebes kralı Pentheus'un direnişi geliveriyor. Ve bu direnişin sonuçları. Dionysus’un etkisini kabul etmeyerek, onun kültünü bastırmak ve kendi krallığını korumak amacı taşıyan kralın direnişinin nasıl trajik sonuçlara yol açtığını da. O yüzden Oliver bir yönüyle neyi temsil ediyor? Ne dersiniz?