Seçimler geride kaldı. Şakalaşmadan duramayanların yaptığı ve büyük kısmının seçimlere bağladığını sandığım sinir bozucu esprilerle süslü 1 Nisan da öyle! Yani mutlaka birtakım beklentiler çöktü, birtakım şakacıların gırtlağı sıkıldı. Geldik bugüne… Basbayağı bir gün işte. Ben aslında karışık duygularla pazar gecesi ekranların karşısındayım: TV ve bilgisayar ekranı olarak. Bugün, öğleden ziyade sabaha yakın bir saatte […]

Seçimler geride kaldı. Şakalaşmadan duramayanların yaptığı ve büyük kısmının seçimlere bağladığını sandığım sinir bozucu esprilerle süslü 1 Nisan da öyle! Yani mutlaka birtakım beklentiler çöktü, birtakım şakacıların gırtlağı sıkıldı. Geldik bugüne… Basbayağı bir gün işte.

Ben aslında karışık duygularla pazar gecesi ekranların karşısındayım: TV ve bilgisayar ekranı olarak. Bugün, öğleden ziyade sabaha yakın bir saatte gidip oyumu verdim. Orhan oğlumuzun, ‘apartmandaki yaşlı hanımları oy vermeye götürme’ servisinden yararlandım. Oy vereceğimiz yere gidince ne kadar duygulandığımı anlatamam. Çoğu belli ki yaşıtım, hatta bazıları benden büyük hanım seçmenlerin sayısı öyle çoktu ki. Yakınlarının kollarına girmiş ağır ağır yürüyorlardı. Sonra kardeşim, oy verecek hastaların sedyeyle getirildiğini, hatta hiç gelemeyecek durumda olanların evlerine gidildiğini söyledi.

Zihnimde bir ampul çaktı (lafın gelişi) İtalo Calvino’nun kitabı! YKY’den Semin Sayıt çevirisiyle çıkan ‘Sandık Gözlemcisinin Uzun Günü / La giornata d’uno scrutatore’ (İngilizcesi, sadece ‘The Watcher’). Bir seçim gününde başlayan ve biten bir kitap, seçimin mekânı da Cottolengo’daki düşkünler yurdu. Belki de tanık olanların anlattığı sedyeyle getirilen seçmenleri, kendileri oy vermeye gidemeyip evlerinde vatandaş yerine konmayı bekleyenleri duyunca aklıma geldi Calvino’nun kitabı. Oysa onun karakterleri aynı derecede şanslı değil.

Kitabın kahramanı Komünist Partili Amerigo Ormea, yağmurlu görev gününe başlamak için sabah saat beş buçukta evden çıkar. Eskiden seçim günü yağan yağmur uğurlu sayılırmış. Yaşlı, hasta ya da merkeze uzak Hıristiyan Demokrat seçmenler yağmurda evlerinden çıkmaz derlermiş. Ama oy vermenin zorunlu hale getirilmesi ve özellikle önerilen ‘dalavere kanunu’ değiştirmişti bunu. Herkes oy vermeye geliyordu. Ancak “Takdiri İlahinin Küçük Evi denen Cottolengo’daki bahtsız, özürlü, geri zekâlı, hasta, sakat, hatta hiç kimsenin görmek istemediği ve gizli tutulan zavallı yaratıklar”dan kimileri için durum farklı olabilir.

İtalo Calvino, kitaba 1963 yılında yazdığı sunuşta, doğanın mutsuzluğu, ıstırap, üreme sorumluluğu gibi konulara o güne kadar dokunmaya cesaret edemediğini söylüyordu. “Bugün de ancak şöyle bir değinmekten ileri gitmiş değilim ama var olduklarını kabul etmek ve göz önünde tutulmaları gerektiğini bilmek bile çok şeyi değiştirir.” Yazar, kahramanların hepsinin hayal ürünü olduğunu da söylemiş. Özellikle bir ara gelip herkese iş buyuran, sonra da arabasına binip giden milletvekilinin. Öte yandan “Hep kendi gördüğüm olaylara (1953’te ve 1961’de) değinmeye çalıştım” da diyor.

Sonuçta, Amerigo, bürokrasi içinde kaybolmamaya çalışan bir gözlemci. Bizim de anlatıcımız. Uzun ve sıkıcı seçim gününü, görevini aksatmadan tamamlamaya çalışıyor. İçinde “kendi dünyasının sınırlarını aşıyormuş gibi bir his” var. Zaten asıl sorguladığı ve bizim de onun izinden giderek sorguladığımız da bilumum sınırlar ve sorunlar olacak. Amerigo’yu Komünist harekete çeken de, “genel sorunlar karşısındaki çekigenliğinin…. (onu) sanki en yararlı işler onlarmış gibi en kısıtlı ve basit görevleri seçmeye” itmesi.

Seçim sona erip kurulun görevi sona erdikten sonra Cottolengo sakinleri gündelik hayatlarına dönerler. Batan güneşin son ışıkları ‘hüzünlü yapılara’ vururken, herkes kendi işinin başına geçer. Kahkahalar duyulur. “Gözlemci, kusurların en son kentinde bile, her kentin kent olduğu kusursuz bir saat, bir an olur, diye düşündü.” İşine bağlı, sorumlu, merhametli, dürüst bir adam Amerigo. Belki de onun için kafasına bunca soru doluyordur.