Derler ki SİYAD’ın 1993’teki yeniden kuruluşunda 1 numaralı üyesi Murat Özer olmuş. Sonra da 2007-2010 arasında derneğimize başkanlık etti. Başkan Mözer’le başkan olmayanı arasında zerrece fark yoktu. Gene kendinde olan bilgiyi paylaştı (onca not boşuna mı tutulmuştu yani?), derneğin eskilerine saygıda kusur etmedi, SİYAD’a olumlu nitelikler kazandırdı. Kahkahalarını bizden esirgemedi ki zaten istese de esirgeyemezdi sanıyorum.


Üyemiz olmayan bir arkadaş, “Onu görünce önümü ilikler, ‘Başkanım hoşgeldiniz’ derdim. Ne gülerdik!” demiş. Ben ‘Başkan’ deyince de, film gösterimlerinde hep oturduğumuz ikinci-üçüncü sırada sağa doğru bakar, kahkahayı patlatırdın (Ben sırabaşı elemanıyım). ""Bitti artık," derdin, "Artık değilim." Nasıl yani?

Bizim için hep başkandın.

O kadar çok dostumuz bu dünyayı terk ediyor ki, bazen aralarında ayrım yapmak zorunda kalıyoruz. Bazı kayıplar cidden insanı daha fazla etkiliyor, derinden yaralıyor. Murat’ın kaybı öyle oldu. Bu pandemi yüzünden ve +65’ler uzun süre sokağa çıkamadığı için onu iki yıldır görmemiştim. Hastalığını bilmiyordum.

Onun için önce inanamadım. Aslında hâlâ da inanamıyorum. Çünkü ben onu tanıdığımdan beri (ki otuz yılı geçmiştir) hiç değişmedi, sanki hiç yaş almadı.

Fırat Yücel’in dediği gibi, “yüzünde hep gülümseme ve cebinde hep bir muziplik planı”yla, festivallerin neşe kaynağıydı. Muziplik yapmaya bayılırdı, biz de onun muzipliklerine bayılırdık. Hele o kikir kikir gülmelere, çınlayan kahkahalara… Ama Mözer demek sadece bunlar değildi elbet. Necati Sönmez onu anarken, ‘Güle güle’ desem tuhaf kaçacak; kahkahayla geçip gittin aramızdan” demiş.

Sinema aşkın var sonra, müthiş hafızan, titizliğin, merakın... Uğur Vardan, “Birikimliydi ve hafızası çok güçlüydü, ne zaman yazı yazarken bir film aklıma gelmese (özellikle de ‘Türkçe adları’) onu arar, meseleyi hallederdim” diyor. Uğur, Başkan’ın en yakın arkadaşlarından. Ta öğrencilik döneminde festivallerde ikisi de ayrı ayrı, filmden filme koşar ve “Acaba hangimiz daha fazla filme gidiyor?” diye merak edermiş. Murat gidiyormuş meğer.

Ben onu ilk olarak bir kedi olayıyla hatırlıyorum. Kedilerimiz Dodi ile Şapşi kardeşti ama bu durum üç yavruları olmasını engellememişti. Bunlardan bir tanesinin, annesi gibi siyah-beyaz olanın gözünde bir arıza vardı. Anne fark etmeden bir tırnak atmış herhalde. Kutlukhan’la haftada iki gece mecburen Nokta dergisinde kalırken, acaba kardeşleri ya da annesi ona hasar verir mi diye merak ederdim. Murat yavruyu aldı, adını Yumi koydu. Gözü için önce veterinerden medet umdu. Sonra hayvanın boşuna cerrahi müdahalelerle hırpalandığını görünce vazgeçti. Evde onu el üstünde tuttu. Hatta yanlış hatırlamıyorsam bir korsan bandı da taktı. O küçük hayvana nasıl şefkatle, zerre şikâyet etmeden bakmasını hatırlıyorum da, “İşe Murat bu!” diye düşünüyorum.

Uğur, “Bir dost, bir insan, bir eleştirmen olarak iyi ki onu tanıma fırsatı bulduk… Ne yazık ki o müthiş çalışan harika beynine çöreklenen bir tümör, bütün uğraşına, verdiği mücadeleye rağmen Murat’ı aramızdan aldı. Geriye minik kızı ‘Hayat’ı bıraktı; babasının izini sürme sırası onda...” demiş. Genç tiyatrocu eşi Feride’nin ve Hayat’ın işleri çok zor. Öte yandan, gene SİYAD üyesi olmayan bir arkadaşım, aslında ağlamaklı sızlamaklı olmayan anma notum için, “Bunu okuyabilecek olsa Murat kahkahalarla gülerdi!” buyurmuş. Doğru söze ne denir?

Ama sonuçta biz iyi bir insanı, özenli bir eleştirmeni, bizi güldüren başkanımızı kaybettik. Onun soluğunun artık burada duyulmadığını bilmek gerçekten üzücü!