Günümüzdeki diyetler, bir şeyleri kısıtlamaya, belli besin gruplarını elemeye ve belli hedeflere en hızlı şekilde ulaşmaya dayalı. Bu zihniyet, sosyal medyanın genel olarak hayatlarımızda yarattığı aciliyet hissinin uzantısı.

Beslenme ve diyet ile sizi kandıranlar

İnternette ve sosyal medyada her gün yeni yeni diyetler türüyor ve bunlarla ilgili çekilen videolar veya yapılan sosyal medya paylaşımları, internet kullanıcılarına kısa sürede ciddi kilo kayıpları vaat ediyor. Tahmin ediyorum ki bu, beslenme bilimi alanında akademik bir arka planı olan veya bu sahadaki bilimsel çalışmaları takip eden kişilerin midesini bulandırıyor. Çünkü modern beslenme biliminde, evrensel olarak uygulayıp da istisnasız herkesin (ve hatta büyük bir çoğunluğun) kesin olarak fayda göreceği bir diyet tipi bulunmuyor. Hatta işin komik tarafı, birçok “popüler diyet” belli besin grupları veya beslenme çeşitleri konusunda katı kurallar koyarak kendilerine meşrutiyet kazandırmaya çalışsalar da aslında sürdürülebilir bir diyet planının en önemli bileşeninin esneklik olduğu bilimsel camiada yıllardır biliniyor. 

Günümüzdeki diyetler, bir şeyleri kısıtlamaya, belli besin gruplarını elemeye ve belli hedeflere en hızlı şekilde ulaşmaya dayalı. Bu zihniyet, sosyal medyanın genel olarak hayatlarımızda yarattığı aciliyet hissinin bir uzantısı. Artık bir şeyler için emek sarf etmek veya beklemek aşağılık bir davranış gibi görülüyor. Değerli olanın, arzulanan şeye hemen şimdi ulaşmak olduğu yönünde absürt bir kültürel anlayış hızla etrafımızı sarıyor. 

İŞLEVSEL BESİNLER 

Ayrıca yine sosyal medyanın şişirdiği problemlerden biri de kamplara bölünme merakımızla ilgili: Günümüzde diyet tavsiyeleri de halen yağ kısıtlamayı savunanlar ile karbonhidrat kısıtlamayı savunanlar veya yumurta/süt savunucuları ile yumurta/süt karşıtları gibi kamplar etrafında şekilleniyor. Bunların birçoğu aslında pazarlama taktiklerinden ibaret; çoğunun altında anlamlı bir bilimsel literatür bulunmuyor. Öyle ki “Metabolizmanızı sıfırlayın!” veya “Kanınızı toksinlerden arındırın!” gibi absürt, gülünç ve kimi durumda düpedüz tehlikeli iddialar, “bilim” veya “eğitim” kisvesi altında milyonlarca insana ulaşabiliyor. Ama sıradan vatandaşın belli bir iddianın bilimselliğini sorgulayacak mekanizmalardan mahrum bırakılmış olması, en ilginç şeyi en etkili şekilde söyleyenin inanılırlığının tavan yaptığı bir iletişim ortamını kaçınılmaz kılıyor. 

Elbette beslenme bilimciler arasında görece daha genel geçer olarak işlevsel olduğu bilinen bazı diyetler var. Bunlar, çoğu zaman insanlara zayıflama tavsiyesi olarak sunulmaktan ziyade, belirli hastalıklara sahip hastaların beslenme biçimlerini düzenlemek için geliştirilen yöntemlere dayanıyor. Ancak aynı diyetlerin aynı zamanda sağlıklı kişilerin de zayıflamasına sebep olması, bunların kısa sürede geniş bir popülerliğe kavuşmasına neden olabiliyor.  

Ketojenik diyet, bunun en net örneklerinden biri. Ketojenik diyeti takip eden biri yüksek miktarda yağ içerikli, orta düzeyde protein içerikli, çok düşük miktarda karbonhidrat içerikli besinlerle besleniyor. Bu diyet, aslında epilepsiye sahip çocuklar için geliştirildi; çünkü düşük karbonhidratlı bir diyet, vücudu şekerlerden önce yağları yakmaya zorlayarak epileptik nöbetleri dizginleyebiliyor. Bunun tam olarak nasıl çalıştığı henüz net değil; ancak araştırmalar, ya vücuttaki karbonhidrat miktarının azalmasına bağlı olarak nöronların gereksiz ateşlenmesi için fırsat bulamadığını ya da ketojenik diyette üretilen keton isimli moleküllerin antiepileptik bir rolü olabileceğini gösteriyor. Bu konudaki çalışmalar devam ediyor. 

Bu sorundan muzdarip çocuklar arasında Hollywood yıldızlarının çocukları gibi zengin ve itibarlı kişiler de olunca ve bu kişiler, çocuklarının ketojenik diyetten fayda gördüğünü fark ettikten sonra bunun “herkesçe bilinmesi gerektiğine” inandıkları için, kısaca “keto diyeti” olarak da bilinen bu diyet, bu kişilerin yazdıkları kitaplar ve medyaya verdikleri demeçler nedeniyle kısa sürede geniş kitleler tarafından uygulanmaya başladı. Örneğin 1994 yılında Hollywood yapımcısı Jim Abrahams’ın epilepsi hastası oğlu keto diyeti sayesinde nöbetlerinden büyük oranda kurtulunca, Abrahams da “Charlie Ketojenik Terapi Vakfı” diye bir vakıf kurarak bu diyetin daha geniş kitlelerce duyulmasını sağladı. Keto diyeti, kısa sürede NBC gibi büyük kanalların programlarına konu oldu ve hatta Meryl Streep’in de oynadığı bir televizyon filmi olan “… First Do No Harm” gibi bir yapıma dönüştü. 

KALICI SONUÇLARI YOK

Sorun şu ki, bu diyetlerin uzun dönemde sağlıklı olduğuna dair veriler çok kısıtlı ve daha da önemlisi, beslenme bilimindeki en büyük problemlerden biri, bu tür popüler diyetlerle elde edilen kilo kayıplarının, kiloyu veren kişilerin %90’ından fazlası tarafından, en fazla 5 sene gibi bir süre içinde geri kazanılıyor olmasıdır. Yani bu diyetler, sürdürülebilir olmadıkları gibi, aynı zamanda kalıcı sonuçlar da sağlayamamaktadır. 

Bu konudaki bilimsel standart ve tavsiye de insanların zaten tahmin ettiğinden çok farklı değildir: İnsanların sağlıklı bir şekilde kilo vermesinin anahtarı, bu konuda uzman bir beslenme bilimci veya diyetisyen ile çalışmalarıdır. Çünkü herkes, kendi şartlarına ve biyolojik niteliklerine uygun olan şekilde diyet uygulamak zorundadır ve bir kitap veya videodan elde edeceğiniz bilgileri direkt olarak uygulayıp da kalıcı sonuç alma ihtimaliniz yok denecek kadar azdır. Kilo kaybı, sadece kiloları kaybetme sırasında yapılan davranışlarla ilgili değildir; aynı zamanda yaşam biçiminin köklü bir şekilde değiştirilmesi ve bu yeni yaşam biçiminin kişi tarafından benimsenmesini de gerektiren psikolojik ve hatta sosyoekonomik de bir süreçtir. 

Bir diyetin sahte veya işlevsiz olduğunun diğer bir göstergesi de spesifik bir gıda maddesinin (mesela genel olarak “kalori” kavramının, karbonhidrat gibi besin gruplarının, sodyum gibi minerallerin) şeytanlaştırılmasıdır. Elbette belirli gıda maddelerinin potansiyel tehditleri konusunda farkındalık sahibi olmak önemlidir; ancak bu şekilde, insanlar tarafından anlaşılması kolay ama bilimsel olarak içi tamamen boş öneriler, insanların spesifik bir besine aşırı odaklanmasına neden olarak diyetin asıl hedefi olan dengeyi ıskalamasıyla sonuçlanmaktadır. Bu da “ya hep ya hiç” denen türden bir zihniyeti pekiştirerek, insanların belli besinler konusunda absürt takıntılar geliştirmesine ve nihayetinde hayal kırıklığıyla yüzleşmelerine neden olmaktadır.  

Bunun yerine, daha esnek bir diyet yaklaşımı çok daha sürdürülebilir ve kalıcı olacaktır. Örneğin takip edilebilecek basit bir kural, uygulanan diyete zamanın %80’inde uymaya çalışmak ama %20’sinde yaptığınız kaçamak veya hataları umursamamaktır. Çünkü %100 hatasız diyet uygulama mantalitesiyle yola çıktığınızda, illaki bir noktada hata yapacaksınız ve hedefiniz olan %100’den bir gıdım da olsa saptığınız için kendinizi “başarısız” olarak addedeceksiniz. Halbuki diyet, böyle çalışan bir şey değil! Vücudunuz, sizden hatasız bir beslenme düzeni beklemiyor. Kilo kaybetmek için de hatasız olmanız şart değil! 

Uzun lafın kısası, birçok diğer bilgi gibi, bu konuda da internette rastgele karşınıza çıkan “influencer”ların dediğine veya güvenilir olmayan kaynaklardan paylaşılan bilgilere çok fazla itibar etmemenizi tavsiye ederim. Onlar, sizi sizden daha iyi tanımıyorlar. İtibarınızı, dikkatinizi ve paranızı kazanmak adına, öyleymiş gibi davransalar da…