Bihter fazla serbest uyarlanınca
Fotoğraf: IMDb

Dördüncü duvarın kırılması, nadiren başvurulan bir tekniktir çünkü seyircide şok etkisi yaratır ve ancak ustalıkla kullanıldığında izleyiciyi derinden etkileyebilir. Kameraya doğrudan hitap etmek, karakter ile izleyici arasında benzersiz bir bağ kurabilir; ancak bu, karakteri derinlemesine tanıma fırsatı vererek gerçekleşir. Seyirci, kahramanın en zor anlarında bile onun yanında olmalıdır. Ne var ki, Amazon Prime’ın “Bihter” adlı serbest uyarlaması, bu teknikten yararlanmada başarısız oluyor. Film, Bihter’in bakış açısıyla anlatılmasına rağmen, onu tanımadan ve anlamadan sona eriyor.

EMMA, ANNA, BİHTER

Dördüncü duvarı yıkan ilk film 1918 tarihli “Men Who Have Made Love to Me From”dan itibaren bu yöntemin doğru uygulanmış örneklerine bakmak yerine  güncel ve popüler örneklerle konuyu bir nebze açmak istiyorum. Phoebe Waller-Bridge’in derinden acı çeken ve devasa bir şekilde işleri berbat eden sorunlu bir başrol kadınının hikayesini anlattığı “Fleabag” bana kalırsa bu tekniği kullanan son dönemin en başarılı eseri. Veya “The Office” dizisinde karakterler, genellikle hata yapıldığında veya yanlış kelimeler seçildiğinde bilinçli olarak kameraya bakarlar ve izleyicileri dramanın içine daha samimi bir şekilde çekerler. Bu teknik ancak doğru kullanıldığında etkili olabilir. “Bihter”de ise bu bağlantılar hiçbir zaman gerçekleşmiyor; film, seyirciyi dünyasına çekmekte başarısız oluyor. Amazon Prime’ın uluslararası seyircisi göz önüne alındığında, Halit Ziya Uşaklıgil’in "Aşk-ı Memnu” roman karakteri olan Bihter’in serbest uyarlamasının anlaşılabilirliği de sorgulanmalıdır.

"Aşk-ı Memnu” ile benzerlik gösteren Flaubert’in “Madam Bovary”, Tolstoy’un “Anna Karenina” romanları edebiyata ilgi duyanlarca bilindiğinden, “Madam Bovary” gibi daha tanınmış bir eser üzerinden Emma karakteri yeniden kurgulanarak çekilseydi seyirciye ulaşabilirdi. Kısacası, bu filmi izleyecek yabancı seyircinin bir şey anlayabileceğine inanmıyorum.

AĞIRLIK NOKTALARI YOK

Romanın ağırlık noktalarından biri olan suçluluk duygusu, filmde yeterince işlenmemiş ve Merve Göntem’in fazla serbest uyarlamasında, dönemin siyasal çerçevesine dair yetersiz ipuçları sunulmuş. Halid Ziya’nın “Aşk-ı Memnu” romanındaki evlilik, aşk ve aldatma tanımlarını anlamak için 19. yüzyıl Osmanlı toplumundaki sınıfları anlayabilmemiz için Tanzimat dönemi batılılaşma hareketinin atmosferini bilmemiz önem taşır. 1860-1900 yılları arasındaki dönemi konu alarak yazılan orijinal eser her ne kadar dış olaylar üzerine değil de daha çok iç olaylar üzerine kurulu olsa da dönemin toplumunu ve temsillerini bilmek karakterleri tanıyabilmemiz açısından mecburidir. Fazla boş vakitten aylaklaşan, dedikodu ve entrikaya meyilli ve tek kaygıları aşk olan kişilerin hayatları çevresinde gelişen olayların etkileri üzerine verilen tepkiler; evlilik, evliliğin sonrasındaki olumsuzluklar, aldatma ve sonucunda yaşanan pişmanlık, o zaman yerli yerine oturabilir. Yasak aşk ve evlilik ahlakı çatışmasının ölümle veya perişanlıkla sonuçlanması, suçluluk duygusunun insanı nasıl yıktığını özetler aslında. Behlül’ün “Nihal tarafından sevilmezsem bu günah beni öldürecek.” cümlesi ile geçiştirilen bu durum hafife alınmış gözüküyor. Dönemin siyasal çerçevesine dair yaşanan değişimlerin yarattığı gerilim ile alakalı da yetersiz ipucu elde ediyoruz; Adnan ve Behlül’ün yaptığı sohbet sırasında “Şapka inkilabına olan direnişler.” olarak geçiştirilmiş bir cümle ile gerçekleşiyor.

TAKLİT EDİLMİŞÇESİNE

M. Caner Alper ve Mehmet Binay’ın yönetmenliğini üstlendiği “Bihter” filmi, estetik olarak 19. yüzyıl Londra’sında yüksek sosyeteye yön veren bir ailenin romantik maceralarını konu alan “Bridgerton” prodüksiyon tasarımını, ışığını, parlaklığını yakalamaya çalışmış ve tasarımlarda modern ve çağdaş dokunuşlar tercih edilmiş. Ancak bu çağdaş yaklaşım, dönemin gerçeklerinden fazla uzaklaşarak, Paris’te geçen bir hikaye gibi bir izlenim bırakıyor. Özellikle Behlül’ün La Rotonde sahnesi, bu uzaklaşmanın bariz bir örneği. 1911 yılında Victor Libion ​​tarafından kurulan ve Pablo Picasso gibi sanatçıların uğrak yeri olan Paris’in en popüler mekanının ismini görmek tuhafıma gitti. Bihter’in hikayesi ve bakış açısı, filmde dengesizlik yaratmış ve filmde, Bihter dışında karakterler silik kalmıştı. Performanslar arasında sadece Hande Ataizi’nin Firdevs Hanım karakterini canlandırışı dikkate değerdi. Farah Zeynep Abdullah’ın ise güç ile ilgili monoloğundaki oyunculuğunu beğendim. Aşırı hızlı bir şekilde ilerlerken, Behlül ve Nihal’in düğününe geçiş yapılması ile film kendi enkazı altında kalıyor. Finaldeki yorum ile de romanın ve karakterin ruhu, aklı, kalbi woke kültürünün gazabına esir ediliyor. Mimesis ve katharsis arasındaki ilişkiyi ise sizlere bırakıyorum.