Bilmeme ya da bilmezlik tutkusu, özellikle hakikat sonrası çağda başka bir anlama kavuştu. Örneğin neye sanat diyeceğimiz küratörlere, siyasi meselelerin ardındaki asıl bilgiye ulaşma uzmanlara ve yorumculara devredildi. Günümüzde ‘aracı’lara duyulan ihtiyaç büyüdü. Örneğin YouTuber’lar arasında bilgisayar oyunu oynayıp oynadığı oyunun videosunu çekip yayımlayarak para kazananlar var. Oyun oynama zevki bir aracıya devrediliyor. Salecl, ‘Kaygı Üzerine’ adlı kitabında çağdaş sanatta küratör de çoğu zaman izlerkitlenin sanat keyfini yatırdığı bir aracıya dönüştüğünü yazmıştı. Bir sergiyi gezerken, gördüğünüz eserlere bir anlam veremeseniz de nesnelere küratörün gözünden bakmaya çalışarak bütün bunların bir anlamı olduğunu varsayabilirsiniz. Salecl, böylelikle küratörün kendisi yerine sanattan keyif alan birine dönüştüğünü söyler. Salecl, bu aracı kavramını açıklamak için ilginç bir örnek de veriyordu kitabında, sürekli film kaydeden ama kayıt cihazı kendi adına filmlerin keyfini çoktan çıkardığı için hiç film izlemeyen adam… Sanırım o adamın, geç kalmışlık hissiyle de başı dertte; izleyecek bu kadar çok film, okunacak bu kadar çok kitap varken hangisine zaman ayırırsa bir kayıp olmaz? Sonuç, hiçbir filmi izlemeden ya da hiçbir kitabı okumadan geçen hayat…

ARACILAR VE VİCDAN

Salecl, TV yorumcularını da tıpkı küratörler gibi, büyük siyasi olayları ya da savaşları, kamu adına izleyen ve yaşayan aracılar olarak tanımlar: “TV çekilen acılarla onlar adına ilgilenirken, kamu da böylece gündelik hayatına devam edebilmektedir.” Sedat Peker videoları ya da Boğaziçi’ndeki direniş gibi olaylar hakkında yorumcular saatlerce görüş bildirip duygusal ve düşünsel olarak olayları yaşarken, çoğunluk hayatına bu aracılar sayesinde gönül rahatlığıyla devam eder sanki.

BİLMEZLİĞİN GÜCÜ

Meselenin bir de bilgi boyutu var. Bilgi, toplumsal olduğu kadar bireyseldir. İşin ilginç yanı, insanlar kendileri için dayanılması zor olan bilgiye ve hakikate yaklaştıklarında bilmemeyi ya da inkârı tercih eder çoğunlukla. Lacan, Budizm’den ödünç aldığı bilmezlik tutkusunu (cehalet tutkusu da denilebiliyor), hastalarının acılarının nedenini bilmemek için gösterdikleri çabayı anlamak için kullanmıştı. Aynı tutkuyu, analistin analizan karşısında cevapları bilen konumunda yer almaması gerektiğini öne sürerken de ele alır. Zaten psikoterapide de kişinin yaşadığı sorunların nedenini kendisi keşfettiğinde asıl değişim başlar ya da gerçekleşir. Bilgi bireyselleştiği ölçüde anlamlıdır. Ama ilginçtir, bilgi ve güç arasında kurulan ilişki, bugün bilmeme tutkusu ve güç arasında kuruluyor. Geniş yığınların bilmeme tutkusu bir güce dönüşmüş durumda. Örneğin Trump ve onu takip eden kitle için bilginin ya da öğrenmenin bir anlamı yok, çeşitli kanılara sahipler ve o kanılar hakikati oluşturur. Bu yüzden çok uçuk gelebilecek komplo teorilerine sıkı sıkıya sarılırlar, öğrenecekleri hakikat onların elinden sahip oldukları ya da sahip olmak istedikleri gücü alacaktır çünkü. Yorumcular, gazeteciler, aydınlar hakikatleri bir bir sıralıyor olsalar da, o hakikatler güç yanılsaması yaşayan kişiler için bir anlam ifade etmez, eğer onlar için bir anlam ifade ederse artık bu denli ilgi çekemeyeceklerine, önemli olamayacaklarına inanırlar.

Bilmeme tutkusu, olumsuz olduğu kadar yerine göre olumludur da, Lacan’ın analistler üzerinden tanımlamaya çalıştığı gibi ya da Ranciere’in ‘Cahil Hoca’ adlı kitabında anlatmaya çalıştığı gibi, bir strateji olarak işe yaradığı da olur. Ama bilmeme tutkusunun bugün kitleleri içine alan hali, özellikle psikanalitik açıdan insanın hakikat karşısında takındığı tutuma daha derinden bakmayı zorunlu kılıyor.