Pazar günü, malum, hava güzeldi. Üstelik 19 Mayıs’tı ve trafik bizim oralarda “Aklı olan evden çıkmasın” der gibiydi. Bir ara polisler kontrollü geçiş vermeyi uygun buldu. Sonra 19.00’da Bağdat Caddesi’nde fener alayı olacağını duyduk, Bağdat’a çıkış da saat dört sıralarında yasaklandı. Hasılı, en iyisi evde oturup maç izlemekti sanki. Gelin görün ki ben Vecdi Çıracıoğlu […]

Pazar günü, malum, hava güzeldi. Üstelik 19 Mayıs’tı ve trafik bizim oralarda “Aklı olan evden çıkmasın” der gibiydi. Bir ara polisler kontrollü geçiş vermeyi uygun buldu. Sonra 19.00’da Bağdat Caddesi’nde fener alayı olacağını duyduk, Bağdat’a çıkış da saat dört sıralarında yasaklandı. Hasılı, en iyisi evde oturup maç izlemekti sanki.

Gelin görün ki ben Vecdi Çıracıoğlu kardeşim tarafından o Pazar saat 16.00 ile 19.00 arasındaki Edebi İmzalar Festivali’ne davet edilmiş, üstelik “Gelirim” demiştim. Gerçi en son hastane maceram yüzünden zor yürüdüğüm ve sık sık nefesim kesildiği için, bahane bulmaya meyyaldim. Ancak, Vecdi’nin telefonları 45 dakika aralıklı bir hal alınca, şansımı denemeye karar verdim.

İyi ki de vermişim. Zebercet Sahaf (o güzel kilisenin yanındaki sokakta) ev sahipliğindeki festivalimiz gerçekten de çok keyifliydi. Suat bey tek tek hepimize hoş geldin dedi. Sokağa yan yana masalar kurulmuştu. Herkesin adı yerinde yazıyordu. Şansıma bakın ki masa arkadaşım Fuat Sevimay’dı, hemen bitişik masadaki komşum da Mıgırdıç Margosyan… Onun masa komşusu Karin’di, yanı başında da Anais vardı. İşyeri/yayınevi arkadaşları, Facebook arkadaşları (yazarı ve okuruyla) ve herkesin önünde duran kitapları, sokak girişindeki Zebercet’iyle, açık havada bir kitap ve dost cenneti…

Sokağa girince ilk gördüğüm kişi, Mario Levi oldu. Mario ile birlikte çalışma tarihimiz de vardır. Görüşmeyeli hayli olmuştu. Sonra her masadan tanıdık başlar uzandı: Deniz Durukan, Aslı Tohumcu, Nilüfer Açıkalın’la kucaklaşmak için önünden görmeden geçtiğim masada da Altay Öktem’le Murat Uyurkulak oturmuyor muymuş? Radikal’de uzun süre çalıştığımız Murat’ın kitap imzalatmaya Fuat’la ortak masamıza gelmesi, hele hele bana “Ben Murat, Sevin abla” deyip Radikal dönemini hatırlatması çok eğlenceliydi. Tamam, benim de insanları tanıyamadığıma hayli sık rastlanır ama, arkadaşım olanları, hele okur olarak hayranı olduklarımı değil ki, Murat kesinlikle bunlardan biridir. Çok eskiden beri tanıdığım, zekâsının ve kıvrak kaleminin hayranı olduğum Vivet (Kanetti) daha da ileri gidip, bana imzalayayım diye bir kitap yollarken lafa “Sen şimdi beni tanımazsın ama…” diye başladı. Öyle şaşırmışım ki, nutkum tutuldu, cevabı ancak ‘ithaf’ kısmında verebildim.

Uzun lafın kısası, iyi ki gitmişim. Sokakta yapılan benzer etkinlikleri çok seviyorum. Sahafların Ali Suavi Sokak’taki festivali de böyle keyifliydi. Her şeyden önce, o etkinliğe gelenlere ek olarak sokaktan geçenler de ilgileniyor, göz atıyor, bazen etkinliğe dahil oluyor.

Yolunu bizim radyoya bir türlü düşüremediğim Figen Şakacı oradaydı. Masasına gidip konuştum, ama o kitap imzalatmaya gelince tanımadım. Belki de Murat’la Vivet haklıdır. Çok sevdiğim Can Gürses’in adı vardı ama göremedim. Sitem Ateş’le tanıştım. Bir de, en ‘dedikodu’lusu, Ferhat Uludere oradaydı. Ferhat MSM’den öğrencim, sonra asistanım, bir süre ev arkadaşım, sonra yan komşum… Bir kitap dolduracak kadar kedi maceramız vardır.

Neyse ki Ağustos’ta Kadıköy’de, sonra da Beylikdüzü’nde sahaf festivalleri var. Kitap Fuarı öncesinde gene dostlarla bir araya geleceğiz demektir. İlle de aynı dostlar olmasa bile.

Masa arkadaşım Fuat Sevimay’a gelince, kendisiyle kısmen aynı “Ulysses” parantezine dahil oluyoruz. O sıralar (hangi sıralar olduğunu cidden hatırlamıyorum, 70’ler olmalı) iflasın eşiğine gelerek bir sürü James Joyce kitabı almış, “Ulysses”i çevirmeye çalışıyordum. Sonra günlük işlerin temposu içine sığdıramayacağımı anladım. Nevzat Bey kitabı Yapı Kredi Yayınları’na çevirdi. Derken Fuat geldi, “Finnegans Wake / Finnegan Uyanması” ile bizi mahvetti. İlk okuduğumda bana Alice’teki “Jabberwocky” şiiri kadar anlamsız (“anlamı çözülemeyen” anlamına) gelmişti. Doğrusu, ikinci okuma da pek farklı sonuç vermedi. Açıkçası, kıskanıyorum, saklamadım da zaten. Huysuzluğuma rağmen Fuat bizi (Osmanlıca hocam Uğur’la gitmiştik), kendisi Fıstıkağacı’nda oturduğu halde, minibüs yolundan Erenköy’e, eve bıraktı. Artık çeviriyi daha da bir saygıyla karşılıyoruz. Yazdığı kitaplara ise zaten hiç itirazım olmamıştı.

İşte böyle… Siz yapın, biz gelelim. Yazar ya da okur olarak. İçinde ‘kitap’ olan etkinliğin tadına doyum olmuyor.