İnsan biraz meslek icabı, biraz da şahsi merakı nedeniyle birkaç disiplinle ilgilenince, zaman zaman bazıları ön plana çıkıyor. Önemli bulduğu bazı etkinlikler de bir süre kenarda bekliyor. Gerçi 2019 Zorlu PSM Caz Festivali’nin başlamasına daha epey var ama hem süresi uzun bir festival (25 Nisan-1 Haziran 2019) hem de heyecan uyandıran bir programı var. Onun […]

Bir parmak bal

İnsan biraz meslek icabı, biraz da şahsi merakı nedeniyle birkaç disiplinle ilgilenince, zaman zaman bazıları ön plana çıkıyor. Önemli bulduğu bazı etkinlikler de bir süre kenarda bekliyor.

Gerçi 2019 Zorlu PSM Caz Festivali’nin başlamasına daha epey var ama hem süresi uzun bir festival (25 Nisan-1 Haziran 2019) hem de heyecan uyandıran bir programı var. Onun için iyisi mi, kendimi daha fazla üzmeden festivale gelecek yakın dostların şöyle bir adını sıralayalım. “Dost” derken, ille de ahbap olduğumuzu kastetmiyorum. Defalarca geldiler gittiler, daha yüzlerini görmeden albümlerini dinleyerek kendimizi ‘live’ buluşmalara hazırlamıştık demek istiyorum.

John Scofield ve Bobby McFerrin’la ilk kez Parliament’ın İzmir’deki son caz festivali’nde, sahne arkasında konuşmuştuk. McFerrin, orada mı sonra İstanbul’da mı bilemiyorum, parmaklarını incitmişti. Eh, o kadar oynatırsan incinir tabii. Scofield ise İzmir’de hayatından çok memnundu. Zımba gibi üç Amerikalı genç müzisyen bulmuş. Onlarla bir albüm yapmış, çocukları methedip duruyordu. Sonra o çocukların Medeski-Martin-Wood olduğu anlaşıldı. Ben nasıl becerdimse internetten bütün albümlerini aldım. Akbank Caz’a geldiklerinde hepsini imzalattım (tek ağır müzisyen tacizimdir). John Scofield de, nasıl bir lider olduğunu kanıtlayarak, adıyla anılan ortak albümleri “A Go Go”yu bu sefer “Medeski, Scofield, Martin & Wood – A Go Go” olarak yeniden yayınladı.

John McLaughlin’e gelince, bize leziz bir kahvaltı ikram etmişti, hem de o sıralar adı Sheraton olan otelde. Murat Ersan’la ikimiz ondan söyleşi istedik, o da “Kahvaltıya gelin,” dedi. Gittik, oturduk, afiyetle yiyip içtik (çay ve kahve). Hepimiz bugüne göre çok gençtik. Hatta bir fotoğraf bile olacak. Murat çekmişti. Söyleşiyi yaptık, kendimiz de beğendik, kullandık. Aradan üç yıl geçti. McLaughlin gene geldi. Sound check’te mi neyse artık, etrafında dolaşıyorduk. Murat, “Sen şimdi bizi hatırlamazsın,” dedi. “Niye hatırlamayayım?” diye cevap verdi üstat.

“Kahvaltı etmiştik.”

Başka kimler var? Hayli sık çaldığım, çok beğendiğim vokalist Madeleine Peyroux, gözü kara hayranı olduğum Mark Guillana, daha önce de burada dinlediğimiz, şık ve yakışıklı, iyi trompetçi Chris Botti. Bir sitede, “Bu kadar şapka giyen müzisyen pek azdır,” diyordu. Kendilerine nazikâne James Carter’ı hatırlatırım. Hatta belki Jamaaladeen Tacuma, live dinlemeyeli çok oldu gerçi. Sonra iki tane İskandinav: punk-rock ve metal gruplarının davulculuğundan gelme multi-enstrmentalist Olafur Arnalds ile artık yakinen tanıdığımız (hele ACT albümlerini izliyorsanız), kontrbas ve çello ustası Lars Danielsson. Kendi grubuyla, başkalarının gruplarıyla dinledik onu burada. Arnalds İzlandalı, Danielsson ise İsveçli. Akbank Sanat’taki konserinden önce çello muhabbetinden söz etmiştim de, beni kapıda yakalayan herkes “Sevin Hanım, çello da çalacak mı?” diye sormuştu. “Herhalde çalar,” dedim ve kendimi yalancı menajer gibi hissettim. Çaldı neyse ki. Scofield gibi o da gruplarına patronluk taslamayan gerçek bir sanatçıdır.
Bu arada, bizim cazcılarımızı unuttuk sanmayın. Kerem Görsev Trio, eski günleri hatırlatarak Ernie Watts ile çalıyor. İlhan Erşahin tabii ki bizi yalnız bırakmamış. Ferit Odman, Önder Focan (feat. Şenova Ülker), Ayşe Deniz, Barış Demirel/Efe Demiral, Elif Çağlar, Kürşad Oerniz (feat. Sibel Köse), Ozan Musluoğlu, Ercüment Orkut ve yetkin bir müzisyen, Karsu da festivalde sahne alıyor. Fazıl Say şarkıları ise programın sürprizi.

Terry Riley, bana hep Philip Glass’ın arkadaşıymış gibi gelir. Minimal bir arkadaşlık olsa gerek. Minimalist klasik müziğin en seçkin adlarından Riley, burada gitarist oğlu Gyan ile hayli çılgın olacağını umduğumuz bir performans sunacak.

Geldik “Eski dostlaaar, eski dostlar!” bölümüne. Aslında cazcı olmayan eski starları dinlemek hep hoşuma gider. Geride kalmış pek çok şeyi hatırlatırlar bize. Paul Anka konserini unutamıyorum, meselâ. Bu sefer de ümit ederim, Enrico Macias bize benzer tatlar yaşatacak. Ülkesini terk eden, bunu anlatan şarkıyla da adını duyuran Cezayir asıllı Fransız şarkıcı Enrico Macias (asıl adıyla Gaston Ghrenassia) da festivalin önde gelen isimlerinden… Başımızın üstünde yeri var!