Müzikle yeniden buluştuk sayılır. Önümüzde İKSV’nin iki festivali var. Konserler de başladı. Gerçi örneğin rock konserine giden bazı arkadaşlar önce biraz tuhaf olduklarını söylüyor ama, olsun, alışılır. İnsan neye alışmıyor ki? Bir buçuk yıl canlı müziksiz kalabildik, değil mi? İçimiz hayli boşalsa da…

Şimdi de sıra tiyatroda. KüçükÇiftlik Bahçe Tiyatrosu 28 Temmuz’dan 22 Eylül’e kadar toplam on üç gösteriyle on oyunu izleyicilerle buluşturacak. 28-29 Temmuz’daki Cyrano de Bergerac’ı (Kumbaracı50-Prömiyer) şunlar izleyecek:

Üçü Bir Arada – Davran Tiyatrosu (4 Ağustos), Plastik Aşklar – Anatolia Entertainment Görsel Sanatlar (5 Ağustos), Cimri – Semaver Kumpanya (11-12 Ağustos), Bir Baba Hamlet – Baba Sahne (25-26 Ağustos), Westend / Batının Sonu – Dasdas (1 Eylül), Sevgili Arsız Ölüm Dirmit – Tiyatro HemHal (2 Eylül), Yeni Bir Şarkı – Moda Sahnesi (8 Eylül), Çamlıca’nın Üç Gülü – Kedi Sahne Sanatları (9 Eylül) ve Ben Anadolu – Mam’Art (22 Eylül).

Üstelik de mekânları, yetmiş yıldan uzun süren sevindirici bir kader bağımız olan KüçükÇiftlik. Bu sefer, Bahçe Tiyatrosu haliyle. Etkinliğin tanıtımında KüçükÇiftlik’in tarihinden de söz edilmiş. On yedinci yüzyıldan beri şehrin kültür ve eğlence merkezlerinden. Bugüne değin mesire alanı, hasbahçe, gazino ve lunapark olarak İstanbulluları ağırlamış. İlk ikisine yetişemedim ama gazino hâlini de bilirim, lunapark dönemini de. Şimdi de şehrin çok amaçlı bir eğlence merkezi.

KüçükÇiftlik Gazinosu, yazları annemin bizi götürmesinden en memnun kaldığım yerlerden biriydi. Dönemin sevilen Türk müziği sanatçılarının belki de hepsi o sahneye çıkmıştır. Gene hemen hepsi radyo sanatçısı olarak tanıdığımız yıldızlardı. Aynı programda çıkmaya da bir itirazları yoktu. Safiye hanım (Ayla), Müzeyyen hanım (Senar), Perihan hanım (Altındağ Sözeri), Hamiyet hanım (Yüceses) ve Sabite hanım’ı (Tur Gülerman) ya da içlerinden iki-üç tanesini aynı gün dinleyebilirdiniz. Münir Nurettin Selçuk’u KüçükÇiftlik’te dinleyip dinlemediğimi hatırlamıyorum ama onu Klasik Türk Müziği konserlerinde çok dinledim. Zeki Müren’i de öyle. Benden on yaş küçük kardeşim 5-6 yaşındayken kendisinin de dinlediğini söylüyor.

Çok güzel, yemyeşil, ağaçlar sayesinde esintili bir yerdi. Çocuklar oturmaktan sıkılırsa masaların arasında dolaşabilirlerdi. İnsanların yüzüne gözünü dikip bakmak ayıptı, annem çok kızardı. Senin şirin bir çocuk olduğunu düşünüp masalarına çağıranların davetini kabul etmemizi de pek hoş karşılamazdı. Sonuç olarak, hem büyükleri rahatsız etmeden onlarla müzik dinleme adâbımız gelişti, hem de zaten kapalı salon konserleri ile radyodan iyice temrin ettiğimiz alaturka müziği (ki halen de en iyi bildiğim ve en sevdiğimdir, eski hâlinden söz ediyorum) sahneden efendice icra edilmiş olarak da dinledik. Muhteşem bir fasıl ve sazendeler vardı: Hakkı Derman, Selahattin Pınar, Ercüment Batanay ve Fevzi Aslangil gibi.

Erkek şarkıcı olarak Ahmet Üstün (“İlimon ektim taşa”) ile Lütfü Güneri’yi hatırlıyorum. Selma Güneri’nin babası Lütfü Bey boylu poslu, yakışıklı bir beydi. Yüzü hep gülerek ve sahneyi baştan başa kat’ederek şarkı söylerdi. Doğrusu, hanımların da sevgilisiydi. Türkücü deyince de aklıma sahneye mendilini sallayarak çıkan Zehri Bilir hanım ile çok beğendiğim, yakın denecek yıllarda da uzak bir şehirden bana telefon ederek yazılarımı beğendiğini söyleyip içime indiren Muzaffer Akgün hanım geliyor. Onu o kadar beğenirdim ki, birisi beni işletiyor sanmıştım. Sonra benzer bir şeyi Müzeyyen Abla’dan da duydum, şükürler olsun. Suzan Güven ile Suzan Yakar Rutkay’ı da unutmayalım. Ferdi Tayfur da çıkarmış. Onu ben hatırlamıyorum ama Orhan Boran bugün gibi aklımda, kayınvalide fıkralarıyla. Onun da elinde mendil vardı, sözde terini silmek için… Bir de Celal Şahin ve akordiyonu elbette. “Elinde mayosu, Baştan aşağa, cepten kuşağa….” Her şeyin tabi olduğu modaya varana dek.

Ben sözde size “Cyrano de Bergerac” da yazacaktım, borcum olsun. Zeki beyin elbiselerinin boncuklarını işleyen ahbabımız Kadriye hanımın, Ferah Aile Gazinosu’nun da adları geçsin bari dedim. Lunapark’ta ilk defa ve arka arkaya on dört kez bindiğim uçan sandalyelerin de… Ne günlermiş!