Bu yıl listemdeki filmler sanat, estetik, teknik, ideoloji, toplumbilim açısından diğer örneklerden daha iyi. Ama bu yıl benim akıl, kalp ve ruhumu aynı anda yerinden hoplatan bir filmi henüz izlemedim.

Bizler filmleri değil, filmler bizi izledi
Öğretmenler Odası (Fotoğraf: IMDb)

Sinema severler, sinefiller ve film eleştirmenleri için yeni yıla girmeden önce, o senenin filmlerini genel olarak değerlendirmek ve tablo oluşturmak adettendir. Beni biliyorsunuz, Türkiye’de vizyona girmiş olma şartı gibi bir anlamsızlığa hiç katılmadım. Geçen Akademi Ödülleri’nden sonra dünyada sinema ve dijital vizyona giren 2023 yapımı filmlerden izlemiş olduklarımı baz alarak kuruyorum listemi. Gerçi iki çeşit listem oluyor biri profesyonel diğeri kişisel. Sonuçta eleştirmenliğim dışında bir sinema severim ve haz duygusunu önceleyen bir yapım da var. Filmi seyrederken, bir araya gelen farklı bileşenleri analiz ederek izleriz biz eleştirmenler. İzlerken veya izledikten sonra, filmin yönetmenlik, sinematografi, senaryo, kurgu, kostüm tasarımı, set tasarımı, ses ve film müziği, filmi eleştirirken bakılması gereken başlıklardır bizler için. Filmi incelerken, eleştirinin bir iletişim biçimi olduğunu asla unutmam. Okuyucu veya seyirci ile bir diyalog kurmaya çalışırım. Asimetrik diyaloğu törpülerim, yani karşı tarafın konu hakkında eleştirmenden daha az bilgiye sahip olduğunu reddederek konuşurum. Bu duygusallığımdan mıdır nedir, kişisel film listem ile profesyonel listem farklılıklar gösterir. Mesela John Wick serisinin bu sene izlediğimiz 4. Filmi kişisel listemde kesinlikle yer alması gereken bir filmdir. Hele bu filmde alan derinliğini kullanarak oluşturulan bir sahne vardı ki, burada kurulan anlam ve anlatım bana kalırsa bu senenin en iyi sahnelerinden birisiydi. Bu yıl listeme dâhil olan filmler dünyadaki pek çok eleştirmenin listesinde doğal olarak yer alan filmler, çünkü çoğu sanat, estetik, teknik, ideoloji, toplumbilim bakımından değerlendirildiğinde diğer örneklerden daha iyi olarak ortaya çıkmayı başarıyorlar. Ama genel olarak bu sene benim akıl, kalp ve ruh üçlüsünü aynı anda yerinden hoplatan filmi henüz izlemedim.

O KADAR MASUM BİR FİLM Kİ

Ne yazık ki Türkiye’de seyirci ile buluşturulmayan filmlerden olan “Are You There God? It's Me, Margaret.” (Orada mısın Tanrım? Benim, Margaret) listemde en üst sıralarda yer alıyor. Peki neden? Margaret Simon adlı genç bir kızın ergenlik ve kendini keşfetme sürecinin karmaşıklıklarıyla uğraşırken karşılaştığı zorlukları ve deneyimlerini anlatan film, klasik reşit olma hikâyesi. Bu sene Time dergisi tarafından seçilen, dünyadaki en etkili 100 kişi listesinde yer alan Amerikalı yazar Judy Blume'un 1970 yılında yayınlanan romanından uyarlanan bir film. Kahramanımız Margaret Simon, ebeveynlerinin dinler arası evliliği nedeniyle dini bir bağ olmadan büyüyen altıncı sınıf öğrencisi. Genç bir kızın, ergenlik ve kendini keşfetme sürecinin karmaşıklıklarıyla uğraşırken karşılaştığı zorlukları ve deneyimlerine odaklanan romanı da büyük bir keyifle okuduğum için, kaynak malzemeye filmin ne kadar sadık kaldığını rahatlıkla sorgulayabiliyorum bir yandan. Filmin, karakterlerin, temaların ve olayların özünü çok iyi yakalamış olduğunu ve bazı değişikliklerin ancak ve ancak hikâyeyi güçlendirmek için tercih edilmiş olduğunu söyleyebilirim. Oyunculardan özellikle de başkahraman Margaret Simon'u canlandıran Abby Ryder Fortson, karakterinin duygusal derinliğini ve özgünlüğünü harika bir yöntemle aktarabilmişti. Film, gençlik yaşamını gerçekçi bir şekilde tasvir etmesi, güçlü performansları doğru kullanması ve esprili diyalogları nedeniyle övgüyü hak eden bir film. Yönetmen Kelly Fremon Craig’in seçimleri görsel hikâye anlatımını güçlendirmekle kalmamış hikâyesini anlattığı alana nasıl hâkim olduğunu da iyice kanıtlamış oldu bu filmle. Hatırlayacak olursanız yönetmenin bir önceki filmi de ergenliğin, arkadaşlığın ve ailenin zorluklarıyla başa çıkma hikâyesini anlattığı bir diğer reşit olma komedi drama filmi olan "The Edge of Seventeen”di. Bu çağdaş gerçekçi film bir yanıyla o kadar masum bir film ki izlerken aldığım buruk keyfi hâlâ hissedebiliyorum.

HERKES DEPRESYONDA

Listemde yer alan diğer bir film ise “Beau is Afraid”. Peki neden? Fimin ismi “Beau Korkuyor” ise filmin sonunda kendimize “Beau neden korkuyor?” sorusunu sormalıydık nitekim. Kâbus senaryoları bilimsel çalışmalarla iyiden iyiye kanıtlandıkça toplumda varoluşsal kaygıların arttığını görmemek için kör olmak gerek. Özellikle bir korku tür sinemasının, içinde bulunulan kaygı ve çöküş psikolojisine en uygun platformu oluşturduğunu, bir bakıma yönetmen Ari Aster, “Beau is Afraid” (“Korkuyorum”) isimli filmi ile ortaya koymuş oldu. Filmdeki yoğunluk, keder, endişe, acı hisleri “Buradan asla çıkamayacaksın” korkusuyla birleşince kendimizi Ari Aster’in sinemasına teslim etmekten başka çareniz kalmamıştı. Joaquin Phoenix’in mükemmel canlandırdığı Beau’nun yolculuğundaki çılgın görseller, aşırı tuhaf, çılgın resimler, mükemmel mizansen, yaratıcı tasarımlar ve zihni meşgul eden görsel efektlerle acayibin acayibi bir yüzleşme yaşatmıştı bu film seyirciye. Ve bu rahatsız yüzleşme bana kalırsa bir cehennemde yaşanmaktaydı. Cehennem ise hem toplumsal çöküş içindeki reel dünya, hem travmalar içerisindeki çökmüş aile, hem kimyasallarla ayakta durmaya çalışan insan bedenlerine hapsolmuş kayıp ruhlardan oluşuyordu.

OKULDA GERİLİM

Oscar adayları 23 Ocak’ta açıklanmadan önce paylaşılan 10 kategorilik kısa listede, Almanya adına yer alan “Ögretmenler Odası” (Das Lehrerzimmer) (The Teachers’ Lounge) filmi bu sene benim de listemde yer alan ve oldukça sevdiğim filmlerden oldu. Kendisi ile ilk kez İFF, Genç Ustalar gösterim seçkisinde yer alan “Es war einmal Indianerland” (Bir Zamanlar Kızılderili Ülkesinde) filmi ile tanışmış olduğum Türkçe isimli Alman yönetmen İlker Çatak’ın son filminden bahsediyorum. 2 Şubat’ta gösterime girdiğinde hakkında daha ayrıntılı konuşuruz. “Dead Poets Society” filminin yarattığı geniş çaplı etkiden beri öğretmen ve öğrenci çarpışmalı filmlere hem aşinayız hem de onları severiz. Provokatif isyanlarla başlayan bu filmler, sonunda bir fedakârlık ve en nihayetinde bir aydınlanma barındırır. Ancak bu temayı toplumsal eleştiri çerçevesinde bir gerilim filminde deneyimlemek son derece farklıydı. Hatta bu noktada bu sene bu tema çerçevesinde geçen ve listelerde bolca endam eden ama benim bu denli övülmesini pek anlamlı bulmadığım “The Holdovers” filmini de anmak gerek. Tuhaf bir seneydi, hayat tuhaflaştı, filmler tuhaflaştı; 2023’te bizler değil de sanki filmler bizi izledi. Kafamız çok dolu geçti bu sene umalım 2024’te bir tık nefes alırız. Gezegendeki tüm canlılara iyi seneler…

∗∗∗

SIRALI 2023 BEĞENİ LİSTEM

• Oppenheimer (9)

• Killing of the F. (8)

• Are You There God? (7.8)

• Teachers’ Lounge (7.6)

• Barbie (7.6)

• Anatomy of a Fall (7.5) Napoleon (7.2)

• Beau is Afraid  (7.1)

• Fallen Leaves (7)

• Rye Lane (7/10)

• When Evil Lurks (6.8)

• Saltburn (6.9)

• Past Lives (6.7)

• The Holdovers (6.6)

• May December (6.6)