Halk öfkeli, iktidarın tek derdi koltukta kalma formülü. Sağ muhalefet rejime sığınmış halde. Halkın taleplerinin sözcüsü yok. CHP ve hatta DEM tereddütlü. Rejimin topyekûn karşısına geçmeden muhalefet etmek ise anlamsız.

Bu dümeni sola kim döndürecek?
Erdoğan’ın gelecek vizyonu 1994 yılını aşamadı. (Fotoğraf: Depo Photos)

Ankara ve İstanbul’u kesintisiz 20 yıl yönetmiş, ülkede 22 yıldır iktidarda olan AKP hafta içi Erdoğan’ın ağzından yerel yönetim vizyonu açıkladı.

Vizyon başlıkları şöyle:

Katılımcılık, şeffaflık ve hesap verebilirlik, dirençli şehirler, Türkiye Yüzyılı’nda şehir ve çevre, toplumsal refah öncelikli şehir ekonomileri, duyarlı ve kapsayıcı sosyal belediyecilik, kültür üreten şehirler, hizmet ve eser belediyeciliği. Ne vizyon ama.

Neredeyse çeyrek asırdır ülkenin birkaçı dışında tüm büyük kentlerini yöneten parti, hedef diye bunları söylüyor. Neden yapmadın ya da bu kentler neden bu halde diye soru sorulmayacağını bildiği için o kadar rahat ki. Vizyon diye anlattığı şeyin 15 yıldır papağan gibi tekrarladığı şeyin aynısı olduğunu herkes biliyor ama kimsenin yüzüne vurmayacağını bildiği için o yine de söylüyor.

Peki bu partinin İstanbul adayı eski Bakan Murat Kurum ne anlatıyor: “Bakın 11 ilde deprem oldu, İstanbul 11 ile yetişir. Ama Allah göstermesin İstanbul'a bir şey olursa ülke gider, bayrak gider, devlet kalmaz. Terörle mücadele kadar önemli diye o yüzden söylüyoruz.” Bürokrasideki ilk görevinden bakanlığa kadar her süreci tartışmalı olan bir isim çıkıp bunları anlatıyor. Üç gazete başlığı ile tüm anlatacaklarının yerle bir olacağını biliyor ama yine de anlatıyor. Yalan söyleyip hayal satıyorlar.

Peki bunu nerede ve ne zaman yapıyorlar? Emeklilerin yerlerde süründüğü, hayat pahalılığının zirve yaptığı, yoksulluğun toplumun her kademesine yayıldığı ülkede söylüyorlar. Üstelik açlığın, işsizliğin zirve yaptığı günlerde söylüyorlar.

22 yıldır yönettikleri Türkiye, Dünya Basın Özgürlüğü Listesi’nde 180 ülke arasında 165’inci, Yolsuzluk Algısı Listesi’nde 180 ülke arasında 115’inci, Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 137 ülke arasında 117’inci sırada fakat yalan söylemeye devam edebiliyorlar.

İKTİDARIN GÜCÜ YETER Mİ?

Üretici toprağa, toprak üreticiye küsmüş. İyi yetişmiş gençler ülkeden kaçarken yerini ithal cihatçı çeteler dolduruyor. Şu 783 bin 562 kilometrekarelik alanda kime dokunsanız bir derdi var. Ama hala Erdoğan’ın seçim kazama ihtimalinden bahsediyoruz.  

Devasa bir medya gücü var, tarikat-cemaat örgütlenmesi ile toplumun her zerresine girmeye çalışıyorlar, devlet onların elinde, tüm bunlar doğru. Üstüne yargısı, kolluk kuvveti devreye giriyor. Anayasal bir düzen bile kalmadı yine haklısınız. Emperyalist, kapitalist dünyadan gelen desteği de ekleyelim. Alt alta yazdığımız tüm bu başlıklar yine de Erdoğan rejiminin devamını açıklamaya yetmiyor.

Nedenini aslında biliyoruz. Muhalefetin yetmezlikleri, sağcılığı, iktidara benzemesi ve kafa karışıklığı. Düğümü çözecek iradede problem var.

16 Nisan 2017 Referandumu’ndan bu yana çoğalarak devam eden rejim karşısında konuşlanan muhalefet cephesi dağıldı. Muhalefet partilerinin bir bölümü rejimin mutlaklığını kabul etti ve rejimin içinden konuşmaya başladı.

Muhalefette salgın haline dönüşen rejime sığınma eğilimi ilk bakışta parçalanma olarak algılandı. Ama biraz daha yakından bakınca parçalanmadan ziyade yukarıda yaşanan bir yer değiştirme olduğu görülecek. Bununla birlikte 10 yılı aşkın bir süredir ülkenin yarısından fazlasını oluşturan toplumsal kesimlerde bir hareketlenmenin olmadığı ve rejimin karşısında durmaya devam ettiğini hatırlatmakta fayda var. Beklenenin aksine mukavemet gücü yüksek bir topluluktan bahsediyoruz.

Yer değiştiren muhalefet partileri de bu yüzden ilk olarak büyük toplamdan parça koparma motivasyonu ile hamle yaptı. Her fırsatta CHP’ye yumruk sallama isteğinin arkasında da bu var.

CHP VE O’NUN SOLU

Türkiye’de en çok ve en rahat eleştirilen parti CHP’dir. Bu eleştirilerin haklı gerekçeleri olduğunu da kabul edebiliriz. Bunca yaşanmışlıklara rağmen parti içi demokraside yaşanan sorunlar, belediyelere bağlı iç iktidar tartışmaları, bir türlü halkçı bir dilin ve eylemin oluşmaması gibi sıralanıp gidebilir. Üzerine yeni yönetimin “değişim” söylemini yeteri kadar dolduramadığını da ekleyelim.

CHP’nin bu durumdan iç dinamikleri kurtulması çok mümkün görünmüyor. Onun dışında ve solunda yaşanacak gelişmeler hem partiyi hem onun seslendiği tabana etki eder, harekete geçirebilir. Kabul edelim ki o tarafta da işler çok parlak değil.

BİZİ NE ZANNEDİYORSUNUZ

İstanbul’da yapılan Can Atalay protestosunda konuşan SOL Parti MYK üyesi Alper Taş iktidar temsilcileri Bahçeli ve Erdoğan’a öfkeyle “Siz bizi ne zannediyorsunuz?” diye seslendi. Taş, vekilliğin düşürülmesinin, tehdidin, baskının devrimcilere geri adım attıramayacağını ifade ediyordu.

Solun, devrimcilerin bu ülkedeki varlığını hatırlatan ne kadar haklı bir çıkış.

Yaşadığımız günlere hatta son bir yıla bakıldığında sosyalistler için de işlerin çok yolunda gitmediğini söylemek gerekiyor. Hatay, Dersim, Kadıköy tartışmaları bile solun itiraz ettikleriyle yeterince ayrışamadığını göstermeye yetmez mi?

Ülkenin büyük bölümü ona reva görülen yaşam karşısında öfkeli ve değişim istiyor. Bu yüzden Türkiye’nin bu hale gelmesinin tek sorumlusu olan rejimi topyekûn karşısına almayan hiçbir muhalefet halk gözünde inandırıcı olamaz.

Biriken öfke ve değişim talebi sadece iktidarı değil muhalefeti de tedirgin ediyor. Göç karşıtlığı, etnik ve dini kimlikler üzerinden bir söylemle toplumdaki rejime karşı oluşan tepki kontrol altına alınmaya çalışılıyor. Suyun kanalını değiştirme uğraşındalar. Ne iktidar ne de milliyetçi sağ muhalefet halkın değişim talebini karşılayabilir. Öyleyse şimdi tam zamanı. Cüretle, cesaretle, inatla.