Hafta sonunda Bükreş’te gerçekleşen Avrupa Gazeteciler Birliği’nin (AEJ) 49. Kongresi

Hafta sonunda Bükreş’te gerçekleşen Avrupa Gazeteciler Birliği’nin (AEJ) 49. Kongresi, ne yazık ki, Türkiye’nin çok konuşulduğu toplantılardan biri oldu. Kongre’nin sonuç bildirgesinde söylenenler ve Türkiye ile ilgili olarak yayınlanan deklarasyon, burada ifade özgürlüğü mücadelesi verenlerle uluslar arası dayanışma adına sevindiriciydi. Ülkenin özgürlükler karnesi açısından ise üzücü.

Türkiye ile ilgili deklarasyonda; AEJ’nin Gazetecilere Özgürlük Platformu (GÖP) ile dayanışma içinde olduğu, onun kampanyalarını desteklediği, basın ve ifade özgürlüğünü kısıtlayan yasaların değişmesi zorunluluğu, uzun tutukluluk sürelerinin kabul edilemezliği, temelsiz suçlamalarla cezaevinde tutulan gazetecilerin derhal serbest bırakılması ve internet yasaklarının kaldırılması gerektiği vurgulanırken, AB ve Avrupa hükümetlerine de bu konuda duyarlı olma çağrısı yapıldı.

Cem Emir ve Sabahattin Yılmaz’ın haber peşinde koşturdukları deprem bölgesinde yıkılan otelin altında kalmaları, 17 Avrupa ülkesinden gelen AEJ delegelerini sarstı. Sürekli onların durumuyla ilgili sorulara muhatap oldum. Aldığımız kötü haber herkesi son derece etkiledi ve sonuç bildirgesinde de “AEJ, depremin vurduğu Türkiye’nin Güneydoğu kenti Van’da haber peşinde koştururken kaldıkları otelin enkazı altında yaşamını yitiren Türk gazeteciler Sabahattin Yılmaz ve Cem Emir için derin üzüntüsünü ifade eder” cümlesi yer aldı.

22 Kasım’da ODATV duruşmasını izlemek ve GÖP’ün uluslar arası destek çağrısına yanıt vermek için de üst düzey bir AEJ temsilcisinin Türkiye’ye gönderilmesi de oy birliği ile kararlaştırıldı.

Ukrayna, Belarus, Türkiye… Basın ve ifade özgürlüğü ihlallerinin en fazla öne çıktığı ülkeler. Cezaevindeki gazeteci sayısı gündeme geldiğinde de, ne yazık ki, Türkiye açık ara öne geçiyor.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Türkiye hakkında açılmış16 bin dava var ve bunlardan bin kadarı ifade özgürlüğü ile ilgili. Bu açıdan da Türkiye 1. sırada.

Ankara’da Adalet Bakanlığı’nın ev sahipliğinde Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjorn Jagland’ın da katılımıyla, Türkiye’nin yasalarını Avrupa’nınkilere yaklaştırmayı hedefleyen üst düzey bir toplantı yapıldı.

Jagland’ın toplantı sırasında birkaç yabancı medya mensubuna söylediklerini şöyle özetlemek mümkün: Türkiye’yi yalnızca eleştirip bırakamayız, neler yapılması gerektiği konusunda da söyleyeceklerimiz olmalı.

Genel Sekreter’in gazetecilere dönük baskı ve yargılamaların son yıllarda artmasına ilişkin soruya, AIHM’ndeki davaların artışına gönderme yaparak, “insan hakları konusunda bilinç arttığı için davalar arttı, yaşanan sorunların kökü eskide/geçmişte” diye yanıt vermesi de ilginçti.

Türkiye’de son yıllarda tekrar yasalar ve iktidardan kaynaklanan baskılar öne çıkmaya başladı. Medya ile ilgili sayıları 10 bini bulan para ve hapis cezası talepli soruşturmalar bunun en somut göstergesi. Ancak, dünyanın her yerinde sahiplik yapısı ve sahiplik yapısı ile iktidarın iç içe geçmesinin yarattığı gazetecilik sorunları, çoğunlukla sahiplik yapısının rolü görmezden gelindiği için, “bir doğruyu söyleme mesleği” olarak gazetecilik için çok ciddi tehdit oluşturuyor.

Alın size Ukrayna medyasının durumu: Ülkedeki televizyon yayıncılığı dört zengin adam tarafından kontrol ediliyor; Victor Pinchuk, Valariy Kharoshkouly, İgor Kolomoisky ve Rinat Akhmetov. Bu dört zenginin televizyon piyasasını paylaşımları yüzde 25 (V. Pinchuk), yüzde 24 (V. Kharoshkouly), yüzde 16 (İ. Kolomoisky) ve yüzde 11 (R. Akhmetov).

Valariy Kharoshkouly’nun aynı zamanda ülkenin güvenlik teşkilatının başı olduğunu da düşününce, siyasi parti temsilcilerinin televizyon tartışmalarına para ödeyerek katılabildiği, parası olmayanın sesinin çıkmadığı Ukrayna’da basın özgürlüğü durumunun ne halde olduğunu varın anlayın! 

Sonuç; ister dünyanın en gelişmiş Batı demokrasilerinde ister Ukrayna gibi ülkelerde veya Türkiye’de, medya ve özgürlükler konusunu medya sahiplik yapısından ayrı düşündüğünüzde doğru sonuçlara varmanız olanaksız.